Dünya Ticaret Örgütü’nde Anlaşmazlıkların Çözümü Mekanizması Konusu İçersinde Türkiye

Mart 2, 2014

|

Kategori:

Eda KILAVUZOĞLU


İÇİNDEKİLER

I.I.ANLAŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜ MEKANİZMASINA GENEL BAKIŞ

II.II.KONUNUN TÜRK HUKUKUNDAKİ YERİ

III.III.DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ’NDE TÜRKİYE’NİN TARAF OLDUĞU DAVALAR

IV.A.TURKEY-TEXTILES DAVASI

1.Panel Aşaması

2.Temyiz Aşaması

3.Kararın Kabulü ve İcra Aşaması

V.B. EGYPT – STEEL REBAR DAVASI

1.Panel Aşaması

2.Kararın Kabulü ve İcra Aşaması

VI.C. TURKEY – RICE DAVASI

1.Panel Aşaması

2.Kararın Kabulü ve İcra Aşaması

3.İlginç Veriler

VII.IV.YENİ BİR DAVA GÜNDEME GELEBİLİR

VIII.V.KARARIN ALTINDA SİYASİ NEDENLER Mİ VAR?

IX.SONUÇ

X.KAYNAKÇA


KISALTMALAR

AB: Avrupa Birliği

ABD: Amerika Birleşik Devletleri

AHO: Anlaşmazlıkların Halli Organı

AHMM: Anlaşmazlıkların Halline Dair Mutabakat Metni

DS: Dispute Settlement (Anlaşmazlıkların Çözümü)

DTÖ: Dünya Ticaret Örgütü

GATT: General Aggreement On Tariffs and Trade

THGA: Tekstil ve Hazır Giyim Anlaşması

TBMM: Türkiye Büyük Millet Meclisi


I.ANLAŞMAZLIKLARIN ÇÖZÜMÜ MEKANİZMASINA GENEL BAKIŞ

Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) üyesi devletlerarasında ortaya çıkan hukukî anlaşmazlıkların halline ilişkin usul kuralları, DTÖ Kuruluş Anlaşması’nın 2 no.lu Eki’nde yer alan Anlaşmazlıkların Halline Dair Mutabakat Metni’nde (AHMM) yer almaktadır.

AHMM, genel olarak, DTÖ anlaşmalarının uygulanmasından kaynaklanan her türlü anlaşmazlığın halli sürecine uygulanacak kuralları içermektedir. Bu nedenle, burada yer alan hükümleri, anlaşmazlıkların hallinde uygulanacak genel usul kuralları olarak nitelendirebiliriz.

AHMM’de yer alan genel kurallara ilâve olarak, DTÖ anlaşmalarının bir kısmında o anlaşmanın uygulanmasından kaynaklanacak hukukî anlaşmazlıkların giderilmesinde uygulanmak üzere birtakım özel hükümlere yer verilmiştir. AHMM’nin 2 no.lu Eki’nde bu özel hükümleri içeren bir liste yer almaktadır.

Bu noktada, bu anlaşmalarda yer alan özel hükümlerle AHMM’de yer alan genel hükümler arasındaki ilişkiye değinmekte fayda vardır. Buna göre, AHMM hükümleri ile 2 no.lu Ek’te yer verilen özel hükümler arasında bir uyuşmazlık olduğunda, 2 no.lu Ek’te yer verilen özel hükümler uygulanacaktır (AHMM md. 1.2).

AHMM hükümleri çerçevesinde, DTÖ üyeleri arasında ortaya çıkan bir hukukî anlaşmazlığın halli süreci ana hatlarıyla şu aşamalardan oluşmaktadır:

DTÖ anlaşmalarından birinin ihlâl edildiğini iddia eden DTÖ üyesi, AHMM’nin 4. maddesi çerçevesinde ilgili DTÖ üyesi ile danışmalarda (istişarelerde) bulunulmasını talep edebilir. Böyle bir talebi alan DTÖ üyesinin, talebi aldığı tarihten itibaren 10 gün içerisinde bir cevap vermesi ve 30 gün içerisinde de danışmalara başlanmasını temin etmesi gereklidir. Anlaşmazlığın istişare yoluyla çözümlenmesi için tanınan süre talebin alındığı tarihten itibaren 60 gündür. Gelişmekte olan bir üye ülke tarafından alınan bir önlemle ilgili istişarelerde, taraflar yukarıda belirtilen 60 günlük süreyi uzatabilir. Konunun bir panele sevk edilmesinden önce zorunlu bir aşama olarak danışmalara yer verilmesi ile amaçlanan, tarafların birbirlerinin iddia ve savunmalarını anlamalarına ve böylece anlaşmazlığı kendi aralarında çözmelerine olanak sağlamaktır.

İstişarede bulunan üyeler dışında herhangi bir üye, yapılan istişarelerde önemli bir ticari menfaati olması halinde, istişare talebinin üyelere sirküle edildiği tarihten sonra 10 gün içinde, istişarelere katılmak istediğini istişareye giren üyelere ve AHO’ ya bildirir. Talebin geçerli nedenlere dayanması koşuluyla bu üye istişarelere katılır ve AHO bu durumdan haberdar edilir.

Danışmalar aşamasında bir çözüme ulaşılamaması durumunda, şikâyetçi DTÖ üyesi, anlaşmazlığı çözümlemek üzere bir panel kurulmasını Anlaşmazlıkların Halli Organı’ndan (AHO) talep edebilir. Böyle bir talepte bulunulmasını müteakip AHO, en geç ikinci toplantısında, üyeleri oybirliği ile bu talebi reddetmedikçe, panelin kurulmasına karar vermek zorundadır.

Panellerde görev alacak panelistler, uluslararası ticaret hukuku veya ticaret politikası alanında deneyim sahibi olan kişiler arasından seçilirler. Kural olarak, her panelde üç panelist görev alır. Panel kararının, panelin kurulması ve çalışma alanının belirlenmesinin ardından 6 ay içerisinde verilmesi gereklidir. Bu süre 9 aya kadar uzatılabilir.

Panel kararının davanın taraflarınca temyiz edilmesi mümkündür. Bu amaçla bir Temyiz Organı kurulmuştur. Temyiz Organı’nın yedi üyesi vardır ve bunlardan sırayla seçilen üç tanesi belirli bir davanın temyiz incelemesine katılır. Üyeler, hukuk veya uluslararası ticaret alanında yeterli bilgi ve tecrübeye sahip kişiler arasından seçilir.

Temyiz talebi hukukî konularla sınırlı olup, dava konusu vakıalara ilişkin iddialar temyiz aşamasında ileri sürülemez. Temyiz Organı’nın incelemesini 60 gün içerisinde tamamlaması gereklidir. Bu süre 90 güne kadar uzatılabilir.

DTÖ panelleri ve Temyiz Organı önlerine gelen davaları hukukî yönden karara bağlamakla birlikte, verilen panel veya Temyiz Organı kararına işlerlik kazandırma yetkisi AHO’ dadır. Bu kararların uygulanabilmesi için, AHO tarafından onaylanmaları gereklidir. Panellerin ve Temyiz Organı’nın görevi, hazırladıkları raporlarla AHO’ ya anlaşmazlıkla ilgili olarak karar vermede yardımcı olmaktır.

AHO’nun AHMM çerçevesinde vereceği kararlar, karara konu olan anlaşmazlığın tarafları yönünden bağlayıcı niteliktedir. Kararın gereğini yerine getirmeyen DTÖ üyesini karara uymaya zorlayacak önlemleri içeren birtakım hükümlere de AHMM’de yer verilmiştir. Bu önlemler, kararın gereğini yerine getirmeyen üyeye karşı, davada haklı çıkan DTÖ üyesinin DTÖ anlaşmalarından kaynaklanan birtakım yükümlülüklerini askıya almak konusunda AHO tarafından yetkilendirilmesine kadar gidebilmektedir.

II.KONUNUN TÜRK HUKUKUNDAKİ YERİ

Uluslararası anlaşmaların Türk hukukundaki statüsü konusu Anayasa’nın 90. maddesinde hükme bağlanmıştır. Anılan maddenin son fıkrası şu düzenlemeyi içermektedir:

“Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası anlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz…”

Görüldüğü üzere, söz konusu düzenleme, usulüne göre yürürlüğe girmiş olan uluslararası anlaşmaların Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) tarafından çıkarılan kanunlar gibi sayılacağını belirtmektedir.

Anayasanın yukarıda bahsedilen 90. maddesinde, usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulan uluslararası anlaşmalara karşı Anayasaya aykırılık nedeniyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açılamayacağı da hükme bağlanmaktadır.

III.DÜNYA TİCARET ÖRGÜTÜ’NDE TÜRKİYE’NİN TARAF OLDUĞU DAVALAR

Türkiye bu güne kadar yedi kez DTÖ’ de hukukî uyuşmazlıkların çözümü mekanizması içinde rol almıştır. Bu uyuşmazlıklar şunlardır:

1) DS237- Turkey – Certain Import Procedures for Fresh Fruit (davacı Ekvator),

2) DS288- South Africa– Definitive Antidumping Measures on Blanketing from Turkey (davacı Türkiye),

3) DS29- Turkey- Restrictions on Imports of Textile and Clothing Products (davacı Hong Kong),

4) DS43- Turkey- Taxation of Foreign Film Revenues (davacı ABD),

5) DS47- Turkey- Restrictions on Imports of Textile and Clothing Products (davacı Tayland),

6) DS208- Turkey – Anti-dumping Duty on Steel and Iron Pipe Fittings (davacı Brezilya),

7) DS256- Turkey– Import Ban on Pet Food from Hungary (davacı Macaristan),

Bu uyuşmazlıklar danışmalar aşamasında çözülmüştür. Bu uyuşmazlıkların dışında Türkiye, DTÖ’ de bugüne kadar üç davaya taraf olmuştur. Bunlar:

1)DS34- Turkey – Restrictions on Imports of Textile and Clothing Products (Davacı: Hindistan),

2)DS211- Egypt — Definitive Anti-Dumping Measures on Steel Rebar from Turkey (Davacı: Türkiye)

3)DS334- Turkey — Measures Affecting the Importation of Rice (Davacı: ABD)

Bunlardan ilki, Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) ile olan gümrük birliği yükümlülükleri çerçevesinde bazı tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında yürürlüğe koyduğu miktar kısıtlamalarının (kota) DTÖ hukukuna aykırılığı iddiasıyla Hindistan tarafından Türkiye aleyhine açılan davadır. Davaya bakan panel Türkiye’nin DTÖ yükümlülüklerine aykırı davrandığına hükmetmiştir. Karar Türkiye tarafından temyiz edilmiş, ancak Temyiz Organı da söz konusu kararı onamıştır.

İkinci dava, Türkiye menşeli demir-çelik ürünleri ithalatında dampinge karşı vergi uygulayan Mısır’a karşı Türkiye’nin açtığı davadır. Bu davada, Türkiye, Mısır’a karşı yirmi dava nedeni ileri sürmüş, panel bunlardan iki tanesini kabul etmiş, birisinin kendi çalışma alanı içinde olmadığına hükmetmiş, bir diğeri hakkında hukuk ekonomisi uygulamış ve diğer dava nedenlerini de reddetmiştir. Taraflardan herhangi birisi söz konusu panel kararını temyiz etmemiştir.

Üçüncü davada ise; ABD, DTÖ nezdinde Türkiye’ye karşı pirinç ithalatında, Türkiye’nin ithalat lisanslama sisteminin “ithalatın, yerli pirinç alım şartına bağlanması” nın dünya ticaret yasaları ile çeliştiği pirinç ihracatında çok yüksek tarife ve engeller koyduğu iddiası ile dava açmıştır. Panel, çeşitli dönemlerde Tarım Anlaşması’na aykırı ithalat kısıtlaması uyguladığı sonucuna varmıştır. Davanın taraflarından hiçbirisi panel kararını temyiz etmemiştir.

A.TURKEY-TEXTILES DAVASI

Turkey – Textiles davası, Türkiye’nin AB ile oluşturduğu gümrük birliği çerçevesinde üstlendiği ve bazı tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında uygulamaya koyduğu miktar kısıtlamalarının DTÖ hukukuna aykırılığı iddiasıyla Hindistan tarafından açılmıştır.

Hindistan, 21 Mart 1996 tarihinde Türkiye ile danışmalarda bulunmayı talep etmiştir. 18 Nisan 1996 tarihinde gerçekleştirilmesi öngörülen danışmalara Türkiye katılmamış, bunun üzerine Hindistan 2 Şubat 1998 tarihinde AHO’ dan uyuşmazlığı karara bağlamak üzere bir panelin kurulmasını talep etmiştir. Panel kurulması talebinde, Hindistan Türkiye’nin uygulamaya koyduğu önlemlerin GATT 1994’ün XI ve XIII. maddeleriyle, DTÖ Tekstil ve Hazır Giyim Anlaşmasının (THGA) 2. maddesine aykırılık teşkil ettiğini ileri sürmüştür.

1.Panel Aşaması

Panel 11 Haziran 1998 tarihinde kurulmuştur.

Panel esasa ilişkin kararından önce, Türkiye’nin ileri sürdüğü dört usul itirazını inceleyerek karara bağlamıştır. Türkiye, ilk olarak Hindistan’ın panel kurulması talebinin AHMM’nin 6.2. maddesinde öngörüldüğü şekilde dava konusu yapılan önlemi ve bundan etkilendiği iddia edilen ürünleri yeterince açıklıkla belirtmediğini ileri sürerek, panelin davayı reddetmesini talep etmiştir. Türkiye’ye göre, bu belirsizlik Türkiye’nin söz konusu davadaki savunma hakkını zaafa uğratmıştır. Panel, Hindistan’ın panel kurulması talebini incelemiş ve Türkiye’nin iddiasını reddetmiştir.

İkinci olarak, Türkiye, dava konusu yapılan miktar kısıtlamalarının hukukî kaynağını teşkil eden gümrük birliği anlaşmasının tarafı olan AB’nin de davalı konumunda bulunması gerektiğini ileri sürerek, bir tek Türkiye’ye karşı açılmış olan bu davanın bu nedenle reddedilmesi gerektiğini ileri sürmüştür. Panel, AHMM’de gümrük birliklerinin taraf oldukları davalarla ilgili herhangi bir özel hükmün yer almadığını ve Türkiye-AB gümrük birliğinin DTÖ üyesi de olmadığını göz önüne alarak, Türkiye’nin talebini reddetmiştir. Panele göre, Türkiye ve AB, DTÖ’ nün eşit ve bağımsız hak ve yükümlülüklere sahip üyeleridir. Türkiye’nin AB ile olan ilişkileri çerçevesinde birtakım sorumluluklar yüklenmesi anlaşılabilir olmakla birlikte, bunu yaparken atacağı adımların DTÖ hukukuna uygunluğunun Türkiye tarafından göz önüne alınması gereklidir.

Üçüncü olarak, Türkiye, Hindistan’ın bu davayı açmadan önce THGA’da yer alan hukukî uyuşmazlıkların çözümüne dair özel hükümlerin gereğini yapması gerektiğini ileri sürmüştür. Türkiye’ye göre, bu usulün takip edilmemiş olması nedeniyle panelin bu davayı reddetmesi gerekir. Panel, öncelikle, Türkiye’nin dava konusu önlemi THGA değil, GATT 1994’ün ilgili hükümleri çerçevesinde yürürlüğe koyduğunu tespit etmiştir. Panel, ayrıca, Hindistan’ın THGA’ya dayanan dava nedeninin de GATT 1994’e dayanan dava nedenlerinin bir yansımasından ibaret olduğunu belirtmiştir. Ayrıca panel, bakmakta olduğu davanın karara bağlanmasının tek bir hukukî sorunun çözümüne bağlı olduğunu belirtmiştir: Dava konusu önlemin, Türkiye’nin iddia ettiği gibi, GATT 1994’ün XXIV. maddesi çerçevesinde DTÖ hukukuna uygunluk arz edip etmediği meselesi. Dolayısıyla, davanın esas itibariyle THGA’ya değil GATT 1994’e dayalı olduğu görüşünde olan panel, Türkiye’nin bu usul itirazını reddetmiştir.

Dördüncü ve son olarak, Türkiye, Hindistan’ın GATT 1994’ün XXII. Maddesiyle AHMM’nin 4. maddesinde öngörülen danışmalar aşamasının gereğini yapmadığını ileri sürerek, bu nedenle panelin davaya bakmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Ancak, panel Hindistan’ın danışmalarda bulunmaya hazır olmasına rağmen Türkiye’nin, AB’nin katılımının sağlanamamış olması nedeniyle, danışmalara katılmaktan kaçındığını tespit ederek Türkiye’nin bu itirazını da reddetmiştir.

Yukarıda belirtildiği üzere, davanın esası tek bir hukukî sorunun çözümüne dayanmaktadır. Hindistan, Türkiye’nin 1 Ocak 1996 tarihinden itibaren bazı tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında uygulamaya koyduğu miktar kısıtlamalarının GATT 1994’ün XI.1 ve XIII. maddeleriyle THGA’nın 2.4. maddesine aykırı olduğunu ve GATT 1994’ün XXIV. maddesinin dava konusu önlemleri hukuka uygun hale getiren bir istisna teşkil etmediğini ileri sürmüştür. Türkiye ise, AB ile girdiği gümrük birliğinden kaynaklanmaları nedeniyle, dava konusu önlemlerin GATT 1994’ün XXIV. maddesi çerçevesinde DTÖ hukukuna uygun hale geldiği savunmasını ileri sürmüştür. GATT 1994’ün XI.1. maddesi şu hükmü içermektedir:

“Kotalar, ithalat veya ihracat lisansları ya da diğer önlemler marifetiyle yürürlüğe konulmuş olmasına bakılmaksızın, hiç bir üye tarafça diğer üye tarafların topraklarından gelen ithalat ya da diğer üye tarafların toprağına yönelik ihracat ya da ihracata yönelik satış işlemleri üzerine vergiler veya diğer malî yükümlülükler dışında hiçbir yasaklama ya da kısıtlama getirilemez.”

Görüldüğü üzere, madde XI.1 miktar kısıtlaması dâhil, hangi yöntemle olursa olsun, bir ürünün ithalatı ya da ihracatında tahsil olunan vergi ya da diğer malî yükümlülükler dışında herhangi bir kısıtlamaya gidilmesini yasaklamaktadır.

Hindistan’ın Türkiye tarafından ihlâl edildiğini iddia ettiği diğer düzenleme olan, GATT 1994’ün XIII. maddesi ise 1. fıkrasında şu hükmü içermektedir:

“Hiç bir üye taraf diğer üye tarafların topraklarından ithal edilen ya da diğer üye tarafların topraklarına ihraç edilen ürünler üzerinde hiç bir yasaklama ya da kısıtlama uygulayamaz, meğerki bu yasaklama ya da kısıtlama tüm üye taraflardan yapılan ithalata ya da tüm üye taraflara yapılan ihracata uygulanıyor olsun.”

Bu düzenlemeden, bir kere ithalat ya da ihracat işlemleri üzerinde miktar kısıtlaması uygulanması yoluna gidildikten sonra, bu kısıtlamanın diğer DTÖ üyesi ülkelere karşı ayırımcı olmayacak şekilde uygulanması gerektiği sonucu ortaya çıkmaktadır.

GATT 1994’ün yukarıda atıfta bulunduğumuz iki maddesinin birlikte incelenmesinden, Türkiye’nin Hindistan menşeli tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında uyguladığı miktar kısıtlamalarının her iki düzenlemeye de aykırı olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Nitekim panel de aynı sonuca varmıştır.

Hindistan’ın dava dayanaklarından sonuncusu olan THGA, tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında DTÖ öncesi dönemde yürürlükte bulunan miktar kısıtlamalarının 10 yıllık bir süreyle yürürlükte bulunmasını, bundan sonra ise bu ticaretin DTÖ rejimine tâbi hale gelmesini öngören bir anlaşmadır. Nitekim söz konusu 10 yıllık sürenin dolması üzerine anılan anlaşma 1 Ocak 2005 tarihinde yürürlükten kalkmıştır. Bu anlaşmanın en önemli hükümleri 2. maddesinde yer almaktadır. Bu maddenin 1. fıkrası tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında DTÖ öncesi dönemde uygulanmakta olan kısıtlamaların DTÖ’ ye bildirilmesini gerektirmekte ve Hindistan’ın dava nedeninin dayanağını teşkil eden 4. fırka ise şu düzenlemeyi içermekte idi:

“Paragraf 1 çerçevesinde bildirime konu olan kısıtlamalar, ilgili DTÖ üyeleri tarafından DTÖ Anlaşmasının yürürlüğe girişinden önceki gün yürürlükte bulunan kısıtlamaların toplamı sayılır. Bu anlaşma hükümleri ve ilgili GATT 1994 hükümleri saklı kalmak üzere, ürünler ya da üyelerle ilgili yeni kısıtlamalar getirilemez. DTÖ Anlaşmasının yürürlüğe girişinden itibaren 60 gün içerisinde bildirime konu olmayan kısıtlamalar hemen sona ermiş sayılır.”

Panele göre 4. fıkra, DTÖ Anlaşmasının yürürlüğe girdiği tarih olan 1 Ocak 1995 itibariyle yürürlükte bulunan kısıtlamaların ancak azaltılabileceği ve arttırılmalarının söz konusu olamayacağı anlamına gelmektedir. Hindistan’a göre, Türkiye’nin uygulamaya koyduğu miktar kısıtlaması, yeni bir kısıtlama olması nedeniyle, bu maddeyi de ihlâl etmiştir. Panel bu konuda Hindistan’ın görüşüne katılmıştır. Türkiye, söz konusu önlemin THGA anlamında yeni bir önlem sayılamayacağını, zira bu önlemlerin Türkiye’nin gümrük birliği partneri olan AB tarafından uygulanmakta olan önlemin bir parçası olduğunu ileri sürmüş, ancak panel bu iddiayı reddetmiştir. Panele göre, dava konusu olan önlem AB tarafından değil Türkiye tarafından yürürlüğe konulmuş olduğundan, bunu AB’nin uygulamakta olduğu önlemin coğrafî yönden değiştirilmiş bir versiyonu olarak yorumlamak mümkün değildir. Panel, daha sonra, THGA’nın Türkiye’nin dava konusu olan önlemini hukuka uygun hale getiren bir düzenleme içermediğini göz önüne alarak, GATT 1994’ün XI ve XIII. maddelerini ihlâl eden bu önlemin, bunun bir neticesi olarak, THGA’nın 2.4. maddesini de ihlâl ettiğine karar vermiştir.

GATT 1994’ün Türkiye’nin savunmasına dayanak teşkil eden XXIV. maddesine bakacak olursak; madde XXIV başlangıç olarak, bölgesel entegrasyonların ticaretin arttırılması konusunda arzu edilen oluşumlar olduğunu belirtmektedir. Madde, ayrıca, başlıca iki bölgesel entegrasyon türü olan serbest ticaret bölgeleriyle gümrük birliklerini de tanımlamaktadır. Gümrük birliği madde XXIV.8.(a)’da şu şekilde tanımlanmaktadır:

“Bir gümrük birliği;

i) vergilerin ve diğer ticareti kısıtlayıcı düzenlemelerin (gerekli hallerde, madde XI, XII, XIII, XIV, XV ve XX çerçevesinde müsaade edilenler hariç) birliğin kurucusu olan topraklar arasındaki ticaretin hemen hemen tamamı ya da en azından menşei bu topraklar olan ürünlerin ticaretinin hemen hemen tamamı açısından ortadan kaldırılması ve

ii) 9. paragraf hükümleri saklı kalmak kaydıyla, birliğe üye olmayan topraklarla olan ticarete birliğin her üyesinin hemen hemen aynı vergileri ve diğer ticarî düzenlemeleri uygulaması amaçlarıyla, tekil bir gümrük bölgesinin iki ya da daha fazla gümrük bölgesinin yerine geçmesini ifade eder.”

Görüldüğü üzere madde, gümrük birliğine giden DTÖ üyelerinin DTÖ hukukundan kaynaklanan bazı yükümlülüklerinden kurtulabileceklerini belirtmektedir. Örneğin, gümrük birliği içerisinde olan ülkeler gümrük birliği partnerlerine uyguladıkları gümrük tarifelerini tüm DTÖ üyelerine uygulamak durumunda değillerdir. Bu da GATT 1994’ün 1. maddesinde yer alan “en çok gözetilen ulus” (Most Favorite Nation=MFN) koşulunun bu kapsamda uygulanmayabileceği anlamına gelmektedir. Madde XXIV’ün metninden bölgesel entegrasyonların arzu edilen oluşumlar olduğu hususu anlaşılmakla birlikte, söz konusu entegrasyonlara giden DTÖ üyelerine birtakım yükümlülükler de yüklenmiştir. Madde XXIV.4 gümrük birlikleri ve serbest ticaret bölgelerinin amaçlarının bunları kuran ülkeler arasındaki ticareti arttırmak olduğunu ve bunun üçüncü ülkelerle olan ticareti kısıtlayıcı mahiyet almaması gerektiğini belirtmektedir. Madde XXIV.5 ise, gümrük birlikleri ve serbest ticaret bölgelerinin DTÖ hukukuna uygun olmaları için taşımaları gereken özellikleri daha somut olarak ortaya koymaktadır. Türkiye’nin bu davadaki savunması da esas itibariyle bu maddenin gümrük birlikleriyle ilgili (a) fıkrasına dayanmıştır. Madde XXIV.5 (a) şu düzenlemeyi içermektedir:

“5. Dolayısıyla, bu Anlaşmanın hükümleri, aşağıdaki koşulların yerine getirilmesi şartıyla, üyelerin kendi aralarında bir gümrük birliği ya da serbest ticaret bölgesinin kurulmasını veya bir gümrük birliği ya da serbest ticaret bölgesi kurulması için gerekli geçici bir anlaşmanın imzalanmasını engellemez:

(a) bir gümrük birliğiyle veya bir gümrük birliği kurulmasına yönelik geçici bir anlaşmayla ilgili olarak, böyle bir birliğin ya da anlaşmanın gerçekleştirilmesi anında bu birliğin ya da anlaşmanın tarafı olmayan üyelerle olan ticaretle ilgili olarak uygulamada olan vergiler ve diğer ticarî düzenlemeler gümrük birliğinden ya da geçici anlaşmadan önceki döneme ait vergilerin genel eğiliminden ve ticarî düzenlemelerden ortalama olarak daha yüksek ya da kısıtlayıcı mahiyette olmamalıdır.”

Davada Türkiye, madde XXIV.5(a)’nın kendisi tarafından Hindistan menşeli tekstil ve hazır giyim ürünlerine uygulanan miktar kısıtlamalarını hukuka uygun hale getirdiğini ileri sürmüştür. Türkiye’ye göre, anılan maddede yer alan “diğer ticarî düzenlemeler” ifadesi miktar kısıtlamalarını da kapsar. Türkiye, ayrıca, madde XXIV.5(a)’da yer verilen istisnanın GATT 1994’te yer alan tüm yükümlülüklere yönelik olduğu görüşünü ileri sürmüştür. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’ye göre bu madde gümrük birliğine giren ülkelere GATT 1994’te yer alan yükümlülüklerden yalnızca bazılarından değil tamamından sapma hakkını vermektedir. Dolayısıyla, Türkiye’nin AB ile girdiği gümrük birliği nedeniyle Hindistan’a karşı uyguladığı miktar kısıtlamaları da bu istisna kapsamında DTÖ hukukuna uygun hale gelmektedir.

Madde XXIV.5(a)’yı inceleyen panel, anılan düzenlemenin gümrük birliği öncesi ve sonrasında gümrük birliğine giren ülkelerin üçüncü ülkelerle olan ticaretlerinde uyguladıkları vergi ve diğer ticarî düzenlemelerin toplam etkisi itibariyle daha kısıtlayıcı hale gelmemesi gerektiğini belirttiği kanaatine varmıştır. Dolayısıyla, gümrük birliği toplamda daha kısıtlayıcı bir duruma sebebiyet vermedikçe, ticaretin bazı yönleri açısından daha kısıtlayıcı bir durumun ortaya çıkması madde XXIV.5(a)’yı ihlâl etmeyecektir. Ancak panele göre, ticaretin bazı alanlarında meydana gelebilecek daha kısıtlayıcı durumun DTÖ kurallarına aykırı önlemlerle meydana getirilip getirilmeyeceği hususu bu maddede hükme bağlanmamıştır. Panele göre, madde XXIV.5(a) gümrük birliği nedeniyle ticaretin bazı alanlarında kısıtlamaya gidilmesine elvermekle birlikte, bu kısıtlama DTÖ kurallarına aykırı uygulamalarla gerçekleştirilemez. Türkiye’nin uyguladığı miktar kısıtlamaları da DTÖ kurallarına aykırı olduğuna göre, Türkiye’nin madde XXIV.5(a)’ya dayanan savunmasının reddedilmesi gerekmektedir.

Panel, bundan sonra, Türkiye’nin madde XXIV.8 çerçevesinde ileri sürdüğü savunmayı incelemiştir. Türkiye, gümrük birliğinin tanımını içeren ve yukarıda değindiğimiz madde XXIV.8(a)(ii)’nin, Türkiye’nin AB ile girdiği gümrük birliği nedeniyle üçüncü ülkelere karşı, dava konusu miktar kısıtlamaları da dahil, aynı ticarî düzenlemeleri uygulamasını gerektirdiğini ileri sürmüştür. Hindistan bu yoruma karşı çıkmıştır. Hindistan’a göre, söz konusu düzenleme gümrük birliğine giren ülkelere, üçüncü ülkelere karşı DTÖ kurallarına aykırı uygulamalarda bulunma hakkını vermemektedir.

Panel Türkiye’nin bu savunmasını da reddetmiştir. Panele göre, madde XXIV.8(a)(ii)’de gümrük birliğine giden ülkelerin DTÖ yükümlülüklerine aykırı davranabileceklerine dair açık bir düzenleme bulunmamaktadır.

Yukarıda özetlenen nedenlerle, Türkiye, bu davanın panel aşamasını kaybetmiştir.

2.Temyiz Aşaması

Türkiye panel kararını temyiz etmiştir. Türkiye, panelin GATT 1994’ün XIV. maddesiyle, özellikle de 5. fıkrasının giriş bölümüyle, diğer maddeleri arasındaki ilişkiyi doğru şekilde değerlendiremediğini ileri sürmüştür. Türkiye’ye göre, 5. fıkranın girişindeki ifade, gümrük birliğine giden DTÖ üyelerinin genel olarak GATT 1994’ün tüm hükümlerinden, bu arada panelin Türkiye’nin ihlâl ettiğine hükmettiği XI ve XIII. maddelerinden, sapabilecekleri anlamına gelmektedir.

Temyiz Organı, 5. fıkranın girişindeki düzenlemeyi madde XXIV’ün diğer hükümleriyle, özellikle de 4. fıkrasıyla ilişkili olarak yorumlayarak, gümrük birliğine giden ülkelerin aldıkları GATT’a aykırı önlemlerin madde XXIV.5 çerçevesinde hukuka uygun sayılabilmesi için iki koşulun varlığının kanıtlanması gerektiğini belirtmiştir: İlk olarak, kurulan entegrasyonun madde XXIV’ün 8(a) ve 5(a) fıkraları çerçevesinde bir gümrük birliği teşkil ettiği kanıtlanmalıdır. İkincisi, dava konusu olan önlem olmaksızın gidilen entegrasyonun madde XXIV anlamında bir gümrük birliği sayılamayacağı kanıtlanmalıdır.

Birinci koşul, temyiz kapsamında yer almadığından, Temyiz Organı bu konuda herhangi bir karar vermemiştir. İkinci koşulla ilgili olarak, Temyiz Organı Türkiye’nin dava konusu önlem olmaksızın, Türkiye-AB gümrük birliğinin gerçekleşemeyeceğini kanıtlayamadığına karar vermiştir. Yüksek Mahkemeye göre, Türkiye ile AB arasındaki gümrük birliğinin tekstil ve hazır giyim eşyalarını da kapsamasını temin etmenin tek yolu, dava konusu miktar kısıtlamalarının uygulamaya konulması olamaz. Türkiye-AB gümrük birliği kararının da olanaklı kıldığı ve Türk menşeli ürünlerle yabancı menşeli olanları ayırt etmeye yarayan menşe şahadetnamesi mekanizması da aynı amaca hizmet edebilirdi. Sonuç itibariyle Temyiz Organı, hukukun yorumlanması bakımından hata yaptığına karar verdiği panelin kararını, farklı hukukî gerekçelerle, onamıştır.

3.Kararın Kabulü ve İcra Aşaması

AHO, 19 Kasım 1999 tarihinde Turkey-Textiles davasına ilişkin Temyiz Organı kararıyla, bahse konu kararla değiştirilmiş olan panel kararını kabul etmiştir. Kararların AHO tarafından kabulünün ardından, Türkiye ve Hindistan Türkiye’ye kararların icrası için tanınacak makul süre üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Taraflar daha sonra kararların gereğinin Türkiye tarafından ne şekilde yerine getirileceğine dair de bir anlaşmaya varmışlar ve dava dosyası bu şekilde kapanmıştır.

B. EGYPT – STEEL REBAR DAVASI

Egypt–Steel Rebar davasında Türkiye, Mısır’ın Türk menşeli demir-çelik ürünleri ithalatında uyguladığı dampinge karşı verginin DTÖ kurallarına aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Türkiye, söz konusu dava sürecini başlatan danışmalarda bulunma talebini 6 Kasım 2000 tarihinde Mısır’a ve AHO’ ya bildirmiş ve bu talep ertesi gün AHO tarafından yayımlanmıştır.

Taraflar iki tur danışmalarda bulunmalarına rağmen, uyuşmazlığı kendi aralarında çözememişlerdir. Bunun üzerine Türkiye 3 Mayıs 2001 tarihinde panel kurulması talebini AHO’ ya sunmuştur.

Taraflar davada görev alacak üç panelistin isimleri üzerinde anlaşmaya varmış ve konu DTÖ Genel Müdürü’ne götürülmeksizin AHO 18 Temmuz 2001 tarihinde bu panelistleri atamıştır.

1.Panel Aşaması

Davanın esasına ilişkin tartışmalardan önce Mısır, Türkiye’nin panele yaptığı sunuşlarda ileri sürdüğü bazı dava nedenlerinin Türkiye’nin panel kurulması talebinde yer almadığını iddia ederek, panelin bu dava nedenlerinin çalışma alanının dışında kaldığına karar vermesini ve netice olarak bu konularda esasa ilişkin bir karar da vermemesini talep etmiştir. Panel, Mısır’ın bu konudaki iddialarını tek tek inceleyerek, birisi hariç, bunları reddetmiştir. Panel, Türkiye’nin GATT 1994’ün X.3. maddesine aykırılık iddiasına dayanan dava nedeninin panel kurulması talebinde yer almadığına karar vererek bu hususu esastan karara bağlamamıştır.

Esasa ilişkin incelemede, Türkiye’nin ileri sürdüğü dava nedenleri panel tarafından üç ana başlık altında gruplandırılarak karara bağlanmıştır. İlk grupta Mısır soruşturma makamının soruşturmadaki zarar ve nedensellik bağı tespitine ilişkin dava nedenleri yer almaktadır. Türkiye, bu kapsamda toplam altı dava nedeni ileri sürmüştür. Bunlar, ana hatlarıyla soruşturma makamının zarar incelemesinde göz önüne aldığı faktörler ve nedensellik bağı tespitine ilişkindir. Panel, bu dava nedenlerinden yalnızca bir tanesini kabul etmiştir. Panele göre, dava konusu anti damping soruşturmasında Mısır soruşturma makamı, DTÖ Anti damping Anlaşmasının 3.4. maddesine aykırı hareket etmiştir. Söz konusu madde, soruşturma makamının her soruşturmada incelemesi gereken 15 tane zarar faktörüne yer vermektedir. Panele göre madde 3.4 soruşturma makamına iki sorumluluk yüklemektedir: Gerekli verileri toplama sorumluluğu ve bu verileri analiz etme sorumluluğu. Panel Mısır soruşturma makamının anılan maddede yer alan faktörlerin tamamına ilişkin verileri topladığını, ancak, bunlardan beş tanesine ait olan verileri analiz etmediğini tespit etmiş ve bu nedenle madde 3.4’ten kaynaklanan yükümlülüğün ihlâl edildiğine hükmetmiştir.

İkinci ve üçüncü grupta dava konusu soruşturmanın damping tespiti yönüyle ilgili dava nedenleri yer almaktadır. İkinci grupta yer alan dokuz dava nedeni soruşturma makamının damping tespitlerinde dayandığı delillerle ilgilidir. Dava konusu soruşturmada soruşturma makamı soruşturmaya muhatap olan Türk demir çelik ihracatçılarının soruşturma makamıyla tam bir işbirliğine gitmediklerini tespit ederek, damping marjı hesaplamalarında kullandığı verilerin bir kısmını Türk ihracatçıların sunduğu delillerden almayı reddederek elinde bulunan diğer kaynaklara dayandırmıştır. Soruşturma makamı bunu yaparken DTÖ Anti damping Anlaşmasının ihracatçıların soruşturma makamıyla işbirliğine gitmemeleri durumunda soruşturma makamına tespitlerini elde bulunan diğer verilere dayandırma yetkisi veren 6.8. maddesine dayanmıştır.

Panel, Türkiye’nin bu kapsamda ileri sürdüğü dokuz dava nedeninden yalnızca bir tanesini kabul etmiş, diğerlerini reddetmiştir. Panel Mısır soruşturma makamının iki Türk ihracatçısından talep ettiği bilgilerin sunulmuş olmasına rağmen bu ihracatçılara karşı Anti damping Anlaşmasının 6.8. maddesini harekete geçirmesini ve bu ihracatçıları söz konusu kararından haberdar etmemesini hukuka aykırı bulmuştur.

Üçüncü grupta ise, Türkiye tarafından Mısır soruşturma makamının dampingin tespitine ilişkin diğer birtakım işlemleriyle ilgili olarak beş dava nedeni ileri sürülmüş, ancak panel bunların tamamını reddetmiştir.

2.Kararın Kabulü ve İcra Aşaması

Panelin verdiği karar taraflardan herhangi birisince temyiz edilmemiş ve AHO’nun 1 Ekim 2002 tarihli toplantısında kabul edilmiştir.

Bu davada Türkiye teknik olarak davayı kazanmış olmakla birlikte, Türkiye tarafından ileri sürülen dava nedenlerinin sayısına ve reddedilen dava nedenlerinin içerik olarak ağırlıklarına bakıldığında, alınan sonucun ülkemiz açısından tatmin edici olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Nitekim verilen kararın icrası da davalı Mısır için büyük zorluk arz etmemiştir. Panel kararının AHO tarafından kabulünün ardından Türkiye ve Mısır, Mısır’a kararın icrası için tanınacak makul süre üzerinde anlaşmaya varmışlardır. Bu süre içerisinde Mısır soruşturma makamı damping ve zarar tespitlerini gözden geçirerek kararda belirtilen iki hukuka aykırılık nedenini giderecek adımları atmış ve dava dosyası bu şekilde kapanmıştır.

C. TURKEY – RICE DAVASI

Kasım 2005’te, ABD, pirinç ithalatında uygulanan bazı önlemlerle ilgili olarak Türkiye ile danışmalarda bulunma talebinde bulunmuştur. ABD, bahse konu önlemlerin Türkiye’nin DTÖ anlaşmalarından kaynaklanan muhtelif yükümlülüklerine aykırılık teşkil ettiğini iddia etmiştir. Taraflar arasında yürütülen danışmalardan bir netice alınamaması üzerine, uyuşmazlığı karara bağlamak üzere Mart 2006’da bir panel kurulmuştur.

1.Panel Aşaması

ABD, Türkiye tarafından pirinç ithalatıyla ilgili olarak yürürlüğe konulan iki önlemi dava konusu yapmıştır:

(a)Türkiye’nin bağlı gümrük vergisi üzerinden yapılmak istenen pirinç ithalatına yönelik kontrol belgesi taleplerini reddetmesi ve

(b)Tarife kontenjanı çerçevesinde gerçekleştirilen pirinç ithalatının yerli pirinç alımı koşuluna bağlanması.

ABD’li pirinç ihracatçıları, Türkiye’nin pirinç ithalatında uygulamaya koyduğu bu önlemlerin, Türkiye’nin DTÖ yükümlülüklerine aykırı bir şekilde yerli üretimi koruma amacını güttüğü fikrindeydiler. Bu iddianın ABD’den pirinç satın alan Türk ithalatçıları tarafından da paylaşıldığı anlaşılıyor. Bunlar da Türkiye’nin uygulamaya koyduğu önlemlerin kendilerinin ticari menfaatlerini bozduğu kanaatindeydiler.

Türk ithalatçılar, muhtemelen ABD’li ihracatçılarla birlikte, ABD hükümetini Türkiye aleyhine DTÖ’ de bir dava açmak konusunda ikna etmenin yollarını aramışlardır. ABD hükümeti netice itibariyle böyle bir davayı açmakta fayda görmüştür. Bu dava ABD ve Türk devletleri arasında cereyan etmiş olmakla birlikte, davanın sebebi Türkiye’nin uygulamaya koyduğu önlemlerin özel tarafların ekonomik menfaatleri üzerindeki etkisidir. Dolayısıyla ekonomik açıdan bakıldığında, ABD’nin ABD’li ihracatçılarla Türk ithalatçıların, Türkiye’nin ise Türk pirinç üreticilerinin menfaatlerini korumak üzere bu davaya giriştiklerini söyleyebiliriz.

Turkey-Rice davasının ayrıntılarına bakıldığında, özel tarafların bu süreçte önemli bir rol oynadıkları görülmektedir. ABD tarafından panele sunulan delillerin büyük bir kısmı ancak dava konusu önlemlere muhatap olan ABD’li ihracatçılar ya da Türk ithalatçılar tarafından elde edilebilecek türden delillerdir. Pirinç ithaline yönelik kontrol belgesi taleplerinin reddedildiğini gösteren resmi belgeler ve Türk idari mahkemelerinde görülen davalarda sunulan belgeleri bunlara örnek olarak verilebilir. Bu durum, ABD hükümeti ile pirinç ticaretinde menfaati olan özel taraflar arasında yakın bir işbirliğinin bulunduğunu göstermektedir.

2.Kararın Kabulü ve İcra Aşaması

21 Eylül 2007 tarihinde panel, dava konusu yapılan her iki önleminde hukuka aykırı olduğunu tespit ettiği kararını ABD ve Türkiye’ye göndermiştir. Bağlı gümrük vergisi üzerinden yapılmak istenen pirinç ithalatına yönelik kontrol belgesi taleplerinin reddedilmesi konusunda, panel Türkiye’nin DTÖ hukukuna aykırı bulunan bu önlemini hukuka uygun hale getirmesini tavsiye etmiştir. Tarife kontenjanı kapsamında gerçekleştirilen pirinç ithalatının yerli alım koşuluna bağlanması ile ilgili önlem dava devam ederken Türkiye tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu nedenle, panel, hukuka aykırı bulmuş olmakla birlikte, ortadan kalkmış olan bu önlemin hukuka uygun hale getirilmesi tavsiyesinde bulunmamıştır.

Davanın taraflarından hiçbirisi panel kararını temyiz etmemiş ve karar 22 Ekim 2007 tarihinde AHO tarafından onaylanmıştır.

3.İlginç Veriler

ABD’nin Türkiye’ye karşı dava açmasının nedeni Türkiye’yi -ABD’ye göre- DTÖ kurallarına aykırı olan ve ABD’li ihracatçıların ticari menfaatlerini bozan önlemleri kaldırmaya zorlamaktı. ABD ihracatçılarını Türkiye’nin ticareti kısıtlayan bu önlemlerinden kurtarmak istemişti.

Ancak, panel sürecinden önceki ve sonraki dönemlere ilişkin istatistikler, ABD’nin bu amaca ne ölçüde ulaşmış olduğu konusunda soru işaretlerini gündeme getirmektedir.Türk Dış Ticaret Müsteşarlığı’nın istatistiklerine göre, Türkiye’nin başlıca pirinç tedarikçisi olan ülkelerin pirinç ithalatındaki paylarının dağılımı 2003 ve Eylül 2007 dönemlerinde aşağıdaki gibidir:

İhracatçı Ülke

Dönem: 2003-2006/8

Dönem: 2006/9-2007/9

Miktar (Ton)

Pay %

Miktar (Ton)

Pay %

ABD

282,190

30

51

0

MISIR

395,623

42

149,221

80

Diğerleri

261,200

28

38,153

20

TOPLAM

939,013

100

187,425

100

İstatistikler 2003 – Ağustos 2006 dönemlerinde ABD’nin Türkiye’nin pirinç ithalatı içersindeki payının %30 olduğunu göstermektedir. Ancak, Eylül 2006 – Eylül 2007 döneminde bu pay %0’a gerilemiştir. Aynı iki dönemi karşılaştırıldığında, Mısır’ın Türkiye’nin toplam pirinç ithalatı içersindeki payının %42’den %80’e yükseldiği görülmektedir.

İstatistikler, Türkiye ile ABD arasındaki davadan normalde beklenecek olan neticenin tam tersinin gerçekleştiğini göstermektedir. Türkiye 24 Mart 2006 tarihinde, daha dava devam ederken, ABD makamlarına gönderdiği mektupta, pirinç ithalatına yönelik kontrol belgesi taleplerini 1 Nisan 2006 tarihinden itibaren karşılamaya başlayacağını bildirmiştir. Bunun gerçekleştirilmiş olduğunu farz edersek, normal olarak ABD’den Türkiye’ye yapılan pirinç ithalatının 1 Nisan 2006 tarihinden itibaren artışa geçmesi beklenirdi. Ancak bunun söz konusu olmadığı anlaşılıyor. Tersine ABD’nin genel ithalat içersindeki payı sıfıra inmiş görünmektedir.

İstatistiklerin ortaya koyduğu diğer bir ilginç sonuç, Mısır menşeli pirinç ithalatında meydana gelen ciddi artıştır. Mısır’ın 2003 – Ağustos 206 arasında %42 olan payı Eylül 2006 – Eylül 2007 dönemi itibariyle %80’e çıkmış durumdadır. Buna göre, Eylül 2007 itibariyle, Mısır Türkiye’nin en önemli pirinç tedarikçisi durumuna gelmiştir. Bu durum DTÖ’ nün en çok gözetilen ulus ve ulusal muamele ilkeleri ile somutlaşan çok taraflı yapısıyla açıklanabilir. MFN ilkesi bir DTÖ üyesi ülkenin belirli bir malı ithal ettiği değişik ihracatçı ülkeler arasında ayırım yapmasını yasaklar. Ulusal muamele ilkesi ise milli mallarla ithal mallar arasında ayırım yapılmasını engelleyerek MFN ilkesini tamamlar. Bu yapının bir neticesi olarak, rekabet şartlarında meydana gelen bir değişiklik küresel ölçekte etkide bulunur. Bu nedenle pirinç ithalatına yönelik kontrol belgesi taleplerinin karşılanmaya başlanması Mısır’lı ihracatçıları ABD’li ihracatçılara nazaran daha olumlu etkilemiş olabilir.

AHO, tavsiyelerinin icrası tamamlanana kadar meseleyi takip eder. Makul sürenin bitiminde bu tavsiyelerin gereğini yerine getirmeyen davalı uygun bir tazminatın belirlenmesi amacıyla davacı tarafla müzakerelere başlamak durumundadır. Normal olarak tazminat bir ticaret tavizi şeklini alır. Bu durum karşısında Türkiye’nin makul süre içersinde dava konusu olan önlemlerini DTÖ kurallarına uygun hale getirmemesi durumunda, ABD ile uygun bir tazminat üzerinde anlaşmak amacıyla müzakerelere girmesi söz konusu olabilecektir. Tazminatın ille de aynı sektörle ilgili olması gerekmemektedir. Dolayısıyla, taraflar pirinç dışındaki bir ürünün gümrük vergisinin indirilmesi şeklinde bir tazminat üzerinde de anlaşabilirler. Böyle bir durumda, pirinçle hiç ilgisi olmayan bir sektörde faaliyet gösteren ve Turkey-Rice davasından haberdar olmayan özel tarafların ticari menfaatleri ABD ve Türkiye’nin karara bağlayacakları tazminattan etkilenebilecektir.

Diğer taraftan, böyle bir malı ABD dışındaki bir ülkeden Türkiye’ye ihraç eden ihracatçılar da böyle bir tazminattan faydalanacaklardır. MFN ilkesi nedeniyle, tazminattan yalnızca ABD’li ihracatçılar değil, aynı malı Türkiye’ye ihraç eden bütün ülkeler faydalanacaktır. Dolayısıyla, örneğin, Türkiye Turkey-Rice davasındaki AHO tavsiyelerini yerine getirmek amacıyla elma ithalatında uyguladığı gümrük vergisini indirirse, MFN ilkesi gereğince bu tavizden Türkiye’ye elma ihraç eden ülkelerin tamamı yararlanacaktır. Buna karşılık, Türkiye’deki elma üreticileri Türk devletinin elma ile hiç bağlantısı olmayan bir dava nedeniyle verdiği bu tavizden zarar göreceklerdir. Yaratabileceği siyasi sorunla bir kenara bırakılacak olursa, böyle bir tazminat DTÖ hukukuna tamamen uygun olacaktır.

AHMM’nin 22.2 maddesine göre, uyuşmazlığın tarafları makul sürenin bitiminden itibaren 20 gün içersinde bir tazminat üzerinde anlaşamazlarsa, AHO davacı tarafı davalıya karşı ticari misillemede bulunma konusunda yetkilendirebilir. Tazminatta olduğu gibi, misilleme de kurbanlar yaratacaktır. Bu nedenle, AHMM misilleme hakkının kullanılmasını sıkı kurallara bağlamıştır.

Kural olarak misillemenin panel veya Temyiz Organı’nın hukuka aykırılık tespitine konu olan sektörü hedeflemesi gerekir. Bunun uygulanabilir olmaması durumunda, davacı taraf aynı anlaşma kapsamında yer alan farklı bir sektörü hedef alabilir. Bunun da uygulanabilir olmaması durumunda, davacı taraf, uyuşmazlığa konu olanın dışında bir anlaşma kapsamında yer alan bir sektörü hedef alabilir. Bu kuralları Turkey-Rice davasına uyguladığımızda, öncelikle, Türkiye’nin AHO’nun tavsiyelerini uygulamaması ve iki tarafın uygun bir tazminat üzerinde de anlaşamaması durumunda, ABD’nin Türkiye aleyhine Ticari misillemede bulunabileceğini tespit etmek gereklidir. Böyle bir durumda, ABD’nin misillemesinin öncelikle Türkiye’nin ABD’ye yönelik pirinç ihracatını hedeflemesi gerekecektir. Bunun –mesela Türkiye’nin ABD’ye pirinç ihraç etmiyor olması nedeniyle- uygulanabilir olmaması durumunda, ABD Türkiye’nin başka bir tarım ürününün, hatta bir sanayi ürününün ihracatını hedef alabilir. Örneğin, ABD Türkiye’den yapılan makarna ithalatında diğer ülkeler uyguladığından daha fazla gümrük vergisi uygulamak yoluna girebilir. Bu bir taviz olmadığından, doğal olarak yalnızca Türkiye’den yapılan ithalatı etkileyecektir. Bu örnekte, Türk makarna ihracatçıları kendi sektörlerini hiç ilgilendirmeyen bir nedenle böyle bir misillemeye muhatap olacaklardır.Ancak, bu misilleme ABD’ye başka ülkelerden makarna ihraç eden firmaları olumlu yönde etkileyecektir. Çünkü söz konusu ihracatçılar ABD piyasasında Türk rakipleri karşısında önemli bir rekabet avantajı sağlayacaktır.

IV.YENİ BİR DAVA GÜNDEME GELEBİLİR

AB Komisyonu, Kasım 2008’de aldığı kararla bor madenini “üremeye olumsuz etkili toksik (zehirli) madde” listesine aldı. Bu kararla birlikte bazı bor türevlerinin AB ülkelerinde kullanım alanları kısıtlanacak ve bu ürünler yalnızca uyarı içeren ambalajlarla satılabilecek.

AB Komisyonu direktifi doğrultusunda, tehlikeli maddelerin sınıflandırılması, ambalajlanması ve etiketlenmesi doğrultusunda çalışmalar yapılmaktadır. Direktif uyarınca, kimyasal maddeler, insan sağlığı yönünden risk durumlarına göre üç listede toplanıyor:

İnsan üzerinde yapılan deneylere göre sağlık üzerinde olumsuz etkileri belirlenen ürünler ilk listede yer alırken, hayvanlar üzerinde yapılan deneylere göre insanları da olumsuz etkileyebileceği öngörülen ürünler 2 sayılı listede sınıflandırılıyor. Şüphelenilen ve az riskli bulunan ürünler ise 3 sayılı listede bulunuyor.

Belirli aralıklarla yenilenen bu listelerdeki ürünler, ticaret sırasında önemli kısıtlayıcı uygulamalara maruz kalıyorlar. Riskli bulunan ürünler ihraç edilirken, ambalajlarının üzerine çok tehlikeli olduğunu gösteren kurukafa ya da çarpı şeklinde kemik logosu kullanılıyor. Ayrıca AB’nin diğer mevzuatları kapsamında otomatik olarak ticareti kısıtlayıcı etkileri oluyor.

AB Komisyonu, 2000 yılında boru direktif kapsamında incelemeye aldı. Teknik İlerleme Komitesi, 16 Şubat 2007’de borik asit ve sodyum boratların, “üremeye olumsuz etkili toksik madde” olarak sınıflandırılmasını öngören bir tavsiye kararı kabul etti.

Komisyon çalışmalarını sürekli takip eden Türkiye, bor konusundaki hassasiyetini hem Gümrük Birliği Ortak Komitesi’ne hem de ikili görüşmelerinde sürekli iletti. Devlet Bakanı, Çevre ve Orman ile Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanları da AB Komisyonu’nun ilgili komiserlerine mektuplar yazdı.

Ancak bu girişimler tavsiye kararının alınmasını engellemedi. AB Komisyonu tavsiye kararını, DTÖ Ticarette Teknik Engeller Anlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülükleri çerçevesinde, 4 Mayıs 2007’de ilgili komiteye bildirdi.

Türkiye, komitenin toplantılarında, sınıflandırma kararına ilişkin itiraz ve çekincelerini defalarca vurguladı. Türkiye’nin yanı sıra ABD, Malezya, Avustralya, Arjantin, Şili, Japonya ve Çin de sınıflandırma aleyhinde görüş bildirdi.

Türkiye, AB Komisyonu ile yaptığı toplantıda, sınıflandırma kararının kabul edilmesi halinde, konuyu DTÖ-AHO’ ya götürmekte kararlı olduğunu ifade etti. Ancak bu görüşmelerden olumlu bir sonuç çıkmadı ve AB Komisyonu boru “üremeye olumsuz etkili toksik madde” olduğu gerekçesiyle 2 sayılı listede yer almasına ilişkin direktifi 9 Haziran 2008’de kabul etti.

Şimdi Türkiye, AB’nin kararını, bilimsel temellere dayanmadığı ve ticarette teknik engel oluşturmaya yönelik olduğu gerekçesiyle DTÖ nezdinde dava etmeye hazırlanıyor.

Uzmanların araştırmalarına göre borun insan sağlığına, özellikle de üremeye olan etkisiyle ilgili kararlar, hayvanlar üzerinde yapılan deneylere dayandırılmıştır. Oysa hayvanlar üzerinde yapılan toksikoloji çalışmaları ve risk tahminlerinin insanlara uygulanması, bilimsel açıdan doğru değildir. Bor ile ilgili ilk iddialar gündeme geldiğinde, 1998-2000 yılları arasında, işletmelerde çalışan ve doğrudan bora maruz kalan çalışanlar üzerinde araştırmalar yapılıp bunların sonuçları AB’ye sunulmuştur. Fakat AB bunları eksik bularak kabul etmemiştir.

Türkiye, boru AB ve DTÖ platformlarında savunurken, Türkiye’de bilim adamlarının ve toksikologların yaptığı çalışmaları örnek gösterdi. Bor üretiminde çalışan ve doğrudan bora maruz kalan insanların kan ve idrar örneklerinde, AB’nin doğrudan bor enjekte ettiği farelerden, köpeklerden yola çıkarak öngördüğü düzeylerde bora rastlanmadığını anlattı. Çin ve ABD’de yapılan ve borun insan sağlığı üzerinde olumsuz etkisi olmadığını gösteren çalışmalar da sunuldu. Ancak, bilimsel raporlara karşın, AB, AB ülkelerinde bor üretilmediği, sadece Türkiye ve ABD’de üretildiği için, rahatlıkla söz konusu kısıtlayıcı kararı alabildi.

DTÖ kurallarına göre, ülkeler, insan sağlığı ve hayatı söz konusu olduğunda, gerekli gördükleri önlemi, “ticareti gereksiz yere kısıtlamadan” alma hakları bulunuyor.

Ancak, AB’nin aldığı kararın bilimsel temele dayanmadığı, kararda belirtilen hususların riskle orantılı olmadığı ve oluşacak riske ilişkin net kanıtlar ortaya konulmadığı, uygulanan metodun uluslararası normlara uygun olmadığı, testlerde kullanılan içerikle değerlendirilen içeriğin aynı olup olmadığının dikkate alınmadığı, testlerde normal kullanım şekillerinin dikkate alınmadığı gibi unsurlar değerlendirildiğinde, “AB’nin Türkiye’nin ticaretini gereksiz kısıtladığı” ve “teknik engel yarattığı” düşünülüyor.

AB’nin bu sınıflandırma kararı ile “Türkiye’nin ticaretini gereksiz ve orantısız kısıtlaması” nedeniyle, ticari menfaatlerin korunması için AHO’na başvurulmasına karar verildi.

Eti Maden İşletmeleri de hukuki platformda hakkını aramak için harekete geçti. Eti Maden İşletmeleri Yönetim Kurulu, AB’nin sınıflandırma kararına karşı, “ticareti sınırlandırdığı, teknik engel çıkardığı ve haksız rekabete neden olduğu” gerekçesiyle dava açacağını belirtmiştir.

Eti Madencilik ayrıca, borun insan sağlığı üzerindeki etkileri konusunda, yabancı bilim adamlarının da yer alacağı bir araştırma başlatmıştır.

V.KARARIN ALTINDA SİYASİ NEDENLER Mİ VAR?

Dünya bor rezervlerinin yüzde 72’si Türkiye’de bulunmaktadır. Bor cevherine sahip diğer ülkeler ABD, Arjantin, Bolivya, Şili, Çin, Kazakistan, Rusya ve Peru’dur. Türkiye borda diğer ülkelere göre büyük rezerve sahip olmasının yanında borların ucuz ve kolay yöntemlerle çıkarılması; borun bulunduğu madenlerin ana merkezlere yakın olması, dolayısıyla ulaşımda kolaylık ve cevherlerin magnezyum, silis ve demir içermemesi gibi avantajlara sahiptir.

Bor elementi, dayanıklı, sert ve aynı zamanda hafiftir. Bol alaşımları ısıya dayanıklıdır. Bu özelliklerinden dolayı özellikle savunma sanayinde pek çok kullanım alanı vardır. Tankların zırhlarında, silahların namlularında kullanılır. Savaş uçaklarının dış yüzeyinde de bor kullanılmaktadır.

Türkiye, bor konusunda AB ülkeleri için birinci, hatta tek ihracatçıdır. Alınan bu karar borun fiyatının düşmesine sebep olabilir.

İçeriğinde yüzde 5,5’ten fazla bor ve türevleri bulunan ürünlerin ihracatında ambalajın üzerinde “üreme sağlığı üzerinde etkili toksik madde” ibaresi, kurukafa ve çapraz kemik işaretleri, belli semboller bulunacak. Ayrıca kozmetik gibi ürünlerde de içeriğinde yüzde 5,’ten fazla bor türevi kullanımı yasaklanıyor. Uzmanlar bu işaretleri koymanın ilk aşamada ihracatı doğrudan etkilemese bile, tüketici tercihlerini olumsuz etkileyebileceğine dikkat çekiyorlar. Bu işaretler nedeniyle tüketicilerin, içinde bor ve türevleri bulunan ürünleri almaktan kaçınacağı, bunun da sanayicilerin tercihini, dolayısıyla da Türkiye’nin ihracatını olumsuz etkileyebileceğini belirtiyorlar.

Tüm bunlar da alınan kararın arkasında sağlıkla ilgili nedenlerden çok siyasi nedenlerin olabileceğini düşündürmektedir.

SONUÇ

1995 yılında yürürlüğe giren ve usulüne uygun şekilde yürürlüğe konulmuş olan bir uluslararası anlaşma olması nedeniyle Türk hukuku açısından da kanun hükmünde olan DTÖ Kuruluş Anlaşması, dünya ticaretinin değişik yönlerini düzenleyen çok sayıda anlaşmayı içeren bir kurallar paketi niteliğindedir. Bu anlaşmalardan birisi olan AHMM, DTÖ anlaşmalarının yürütülmesinden kaynaklanan hukuki uyuşmazlıkların çözümüne uygulanacak olan usul kurallarını içerir.

AHMM’de yer alan uyuşmazlıkların çözümü mekanizması, 1995 yılından beri DTÖ üyesi ülkeler arasında giderek artan bir şekilde kullanılmaktadır. Bu mekanizma yalnızca gelişmiş ülkelerin tekelinde olmayıp, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı gelişmekte olan ülkeler tarafından da yoğun şekilde kullanılmaktadır.

Türkiye bu güne kadar on kez AHMM’de yer alan hukuki uyuşmazlıkların çözümü mekanizması içersinde davalı ya da davacı olarak yer almıştır. Bu davalardan üç tanesi panel kurulması aşamasına dek gitmiştir. Geriye kalan yedi dava panel aşamasına gelinmeden taraflar arasında çözülmüştür. Şu sıralarda da Türkiye, AB’ne DTÖ nezdinde dava açmaya hazırlanmaktadır.

Panel aşamasına giden davalardan ilki, Hindistan tarafından, Türkiye’nin AB ile olan gümrük birliği çerçevesinde bazı tekstil ve hazır giyim ürünleri ithalatında uygulamaya koyduğu miktar kısıtlamalarıyla ilgili olarak açılan davadır. Türkiye bu davayı kaybetmiş ve panelin kararı Temyiz Organı tarafından da onanmıştır.

Bu dava Türkiye açısından oldukça önemlidir. Çünkü bir anlamda Türkiye-AB ilişkilerinin DTÖ hukuku perspektifinden incelenip karara bağlandığı bir davadır. Davaya bakan panel ve Temyiz Organı, Türkiye’nin AB ile olan ikili ilişkisinde verdiği taahhütlerin DTÖ platformundaki yükümlülüklerini etkilemeyeceğinin altını çizmiştir. Ayrıca bu tür uygulamaların altında Türkiye ile birlikte AB’nin de imzasının bulunması, Türkiye’nin bir DTÖ üyesi olarak bu uygulamaların DTÖ kurallarına aykırılığından tek başına sorumlu olacağı gerçeğini de değiştirmemektedir. Bu nedenle önümüzdeki dönemde AB ile yürütülecek olan tam üyelik müzakerelerinde Türkiye’nin bu davada verilen kararı da dikkate alarak, vereceği tavizlerin kendi uluslararası yükümlülüklerine aykırı olmamasına özen göstermesi gerekecektir.

Panel aşamasına giden ikinci dava ise, Türkiye tarafından Mısır aleyhine, bu ülkenin Türk menşeli demir çelik ithalatında uygulamaya koyduğu dampinge karşı vergi nedeniyle açılmıştır. Bu davada panel, Türkiye’nin ileri sürdüğü dava nedenlerinden ikisini kabul etmiş ve Türkiye teknik olarak davayı kazanmıştır. Ancak, Türkiye’nin çok sayıdaki diğer dava nedenleri de panel tarafından reddedilmiştir. Bu davayı göreceli olarak az öneme sahip olan hukuki nedenler çerçevesinde kazandığımız dikkate alındığında, bu tür davaları baştan gerçekçi bir şekilde analiz edip, uyuşmazlığı mümkün olduğu ölçüde danışmalar aşamasında çözmenin önemi ortaya çıkmaktadır.

Panel aşamasına giden üçüncü dava olan Turkey-Rice davası, Türkiye’nin pirinç ithalatında bazı önlemlerin hukuka aykırı bulunmasıyla neticelenmiştir. Ancak, şu ana kadar pirinç ithalatındaki istatistikler ABD’li ihracatçılar lehine bir değişiklik göstermiş değildir. Tam tersine, bu davayla ilgisi olmayan Mısırlı pirinç ihracatçılarının bu dava sonrasında oluşan yeni rekabet şartlarından büyük ölçüde yararlandıkları anlaşılmaktadır.

DTÖ’deki hukuki uyuşmazlıkların çözümü mekanizması yalnızca bu örgütün üyesi olan devletler tarafından kullanılır. Özel tarafların bu sistemi kullanmaları mümkün değildir. Ancak özel taraflar diğer DTÖ üyesi ülkelerin, DTÖ kurallarına aykırı önlemleriyle ilgili olarak kendi devletlerini harekete geçirerek sorunlarının çözümünü sağlamaya çalışabilirler. Bu süreçte özel taraflar kendilerine mali ve hukuki destek sağlayabilirler. DTÖ sisteminin MFN ve ulusal muamele ilkelerine dayanan çok taraflı özelliği nedeniyle özel taraflar, kendi iştigal alanlarıyla hiç ilgisi olmayan bazı davalarda kararların icra edilmesinden olumlu veya olumsuz olarak etkilenebilirler.

KAYNAKÇA

EKŞİ, N., KALPSÜZ T. ve YILMAZ M. (2008). Milletlerarası Ticari Uyuşmazlıkların Tahkim Yoluyla Çözümüne İlişkin İstanbul Konferansı. İstanbul: BETA Yayınları.

Dünya Ticaret Örgütü Resmi İnternet Sitesi, (Çevrimiçi) http://www.wto.org/, (Erişim Tarihi, 20.12.2008)

Dış Ticaret Müsteşarlığı Resmi İnternet Sitesi, (Çevrimiçi) http://www.dtm.gov.tr/dtmweb/index.cfm, (Erişim 11.01.2009)

NTVMSNBC İnternet Sitesi, (Çevrimiçi) http://www.ntvmsnbc.com/news/465233.asp, (Erişim Tarihi: 10.01.2009)

Paylaşın

İlişkili Makaleler

About Author

admin