Sinema sektöründe; film üretimi, dağıtımı ve gösteriminden oluşan üç halkalı bir faaliyet zinciri bulunmaktadır. Stüdyolar ya da bağımsız yapımcılar tarafından hazırlanan filmler, dağıtım firmaları tarafındanpazarlanmakta ve sinema salonlarına dağıtılmaktadır. Son aşamada, sinema salonları filmlerin gösteriminigerçekleştirmektedir. Sinemalar, yeni üretilen bir filmin DVD/VCD ile yayımlanmasından ya da televizyondagösterilmesinden önce, belirli bir süre için de olsa, film gösterim hakkına münhasıran sahip olmaktadırlar.
Sinemalar, büyük ekranlarda profesyonel ses sistemi ile film izleme avantajı yarattıkları gibi toplulukları bir araya getirerek sosyalleşme de sağlamaktadır. Filmler üzerindeki “mülkiyet hakkı”, genellikle yapımcı firmalarda kalmakta, dağıtıcı firmalar ise dağıtım ve gösterim gibi “kullanım haklarını” elde etmektedir. Dağıtıcı firmalar sinema salonlarına bu filmlerin gösterim hakkını anlaşmalarla vermektedir. Anlaşmalarda, hasılat paylaşımı -pursantaj- sistemi esas alınmaktadır. Buna göre, dağıtıcı firmalar ile sinema salonu isletmecileri gişe gelirini belirli bir oranda aralarında paylaşmaktadır. Bu oran Türkiye’de genellikle %50-%50 olarak uygulanmaktadır.
Sinema sektörünün en önemli gelir kaynağını bilet satışları oluşturmaktadır. 2008 yılı sonu itibariyle dünya sinemalarının yaklaşık 25 milyar dolarlık gişe hasılatı elde etmesi beklentisiyle Türkiye’nin 200 milyon dolarlık hasılatı ile dünya sinemalarındaki payının % 0.8 olduğunu hesaplıyoruz. Aynı oran ABD’de %40’a yakın olarak gerçekleşecektir. Satış hasılatına; salonlara verilen reklamlar, DVD, VCD, film müziği albümü satışları, televizyona satılan gösterim hakları gibi diğer gelirler de eklenince, Türkiye sinema sektörünün ekonomik büyüklüğü 300 milyon dolar olarak hesaplanmaktadır. Bu rakama yaklaşık aynı büyüklükteki Televizyon filmleri ve dizileri dahil değildir.
1995 yılında toplam seyircinin % 1’inden az oranında pay alabilen Türk Filmleri, 2003 yılı ile atağa geçmiş ve 2003’te % 23, 2004’te % 37 ve 2005’te % 42 paya ulaşmıştır. 2006 yılında ilk kez % 50’yi aşarak % 51’e ulaşan yerli film seyircisinin payı 2007’de % 38’e gerilese de 2008 yılında %60 ile yeni bir rekor kırmıştır. 2008 yılında sinemaya giden 38.5 milyon kişiden 23.1 milyonu yerli filmi tercih etmiştir.Türkiye sinemaları bu rakamlarladünyada ABD, Hindistan ve G.Kore’nin ardından yerli filmini en çok izleyen 4. ülke konumunu korumuş
olmaktadır. Türkiye bu performansıyla Avrupa’da ulusal film piyasası en iyi performans gösteren ülke olmaktadır.Yerli filmlere olan talep neticesinde son 8 yılda “bir milyon izleyici” sınırını aşan Türk Filmi sayısı ise 31’e ulaşmıştır. 2007 yılında seyircisi 1 milyonu aşan 4 film varken, 2008 yılında 7 film bu barajı geçmiştir. Türkiye sinema tarihinde en çok izlenen filmler listesinin ilk 20 sırasında 17 yerli filmin olması ve “Eşkıya” hariç diğerlerinin 2001 yılı sonrasında gösterime girmiş olması, son yıllarda yaşanan canlılığa dikkat çekmektedir. Öyle ki dünya genelinde 1.8 milyar dolar ile en çok hasılat yapan film ünvanını elinde bulunduran “Titanic” filmi, Türkiye’de ancak 8. sırada bulunmaktadır.
AMERİKANVE AVRUPA SİNEMALARI
1940’lı yılların ortalarına kadar Amerika kıtası içinde etkisini sürdüren Hollywood 2.Dünya Savaşı sonrasında, Avrupa’da varlığını hissettirmeyebaşlamıştır. Bu dönem, Hitler faşizmi altında inleyen Avrupa’da her alanda olduğu gibi sanatta ve sinemada uygulanan baskıların yoğunlaştığıdönemdir. Tüm bu baskı ve yıldırma çabaları özellikle Alman ve İtalyan sinemacılarını bir arayışa sürükler. Birçoğu Amerika’ya giderek oradaki dev yapım şirketleri bünyesinde çalışmaya başlamıştır. Avrupa kıtasında doğan ve gelişen sinema sanatı kendi evinden kaçmak zorunda bırakılmıştır. Bu kaçış süreci sonunda Avrupa sinemasına özgü sanat sineması olgusu yerini yavaş yavaş endüstri sineması Hollywood hikayelerine bırakmaya başlamıştır.1960’lı yıllar Avrupa Sinemasının toparlanmaya başladığı ve ticari
sinema kalıplarına belirgin bir direnisin hissedildiği yıllardır. İtalyan Sinemasında Yeni Gerçekçilik sonrası dönem, Fransız Sinemasında Besson’un çıkışı, Genç Alman Sinemasının atağı Slav ve Sovyet Sineması etkileri Hollywood merkezli işgal sinemasına alternatif oluşturmuştur. Ancak 1980’li yıllar Hollywood Sinemasının teknolojik alanda yeniden
şahlanışa geçtiği yıllardır. Sinema endüstrisinin gelişmesi için hiçbir yatırımdan kaçınılmamış, yasal kolaylıklar sonuna kadar kullanılmış ve Hollywood yeniden Avrupa ve Dünya sineması üzerinde bunaltıcı ağırlığını hissettirmeye başlamıştır.
Avrupa Sineması ve diğer ülke sinemaları gibi, Türk Sineması da Amerikan Sinema Endüstrisinin yayılmacı etkisinden nasibini fazlasıyla almıştır.1989 yılında dönemin siyasal iktidarının yaptığı bir yasal düzenlemeyle, kotalar kaldırılmış, Amerikan dağıtım şirketleri Türkiye’de büro ve temsilcilikler açıp, aracısız film getirmeye ve göstermeye, sonrasında
salonları tek tek ele geçirmeye başlamıştır. Bu kurumlaşma daha ilk yılında etkisini göstermiş ve 1989 yılında 230 Hollywood ve Amerikan Dağıtım şirketlerinin dağıttığı yapımına karşı 12 yerli film gösterime girebilmiştir. On yıl sonra bu rakamlar; 275’e 12 Türk filmi şeklinde gerçekleşmiştir. Salonuyla, seyircisiyle ele geçirilmiş bir ülke sinemasının ayakta kalma, kendini var etme sorunu her türlü sorunun üzerindedir. Dönem, Türk Sineması için, bir anlamdaölüm-kalım dönemi haline gelmiştir. Kimi yapımcı ve yönetmenler, özellikle doksanların sonundan başlayarak Hollywood tarzı filmlerle ve pazarlama teknikleriyle çıkış yolu aramışlar ve özgün bir sinema anlayışının uzağında bir sinemanın peşine düşmüşlerdir. Amerikan Sinema Endüstrisi, “ürünlerini” pazarlamak için diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de diğer alanlarla işbirliğine girme ve geliştirme taktiğini basarıyla uygulamıştır. Bunların basında görsel-işitsel medya gelir. Tanıtım kampanyaları, bol sıfırlı tarifelerle tam sayfa yayınlanan ilanlar, güdümlü ‘arzuhalci eleştirmenler’, bir yandan yeni yetiştirilen ve tam da Hollywood ve Amerikan kültürünün istediği kıvama gelmiş seyirci kuşağı, koşulsuz propaganda kokan sinema tanıtım programları (tv, radyo) bu kültürel yayılmacılığın Türkiye’deki aracılarıdır. Bir başka yanılsama; Hollywood tarzının benimseyen ve içerik, görsel sunum olarak bu filmlere benzemeye çalışan, pazarlama tekniği olarak yine Amerikan tarzını tercih eden Türk Filmleri (Eşkıya, Herşey çok Güzel Olacak, Abuzer Kadayıf, Kahpe Bizans, Amerikalı, Ağır Roman, Ömerçip vd.) Türk Sinemasının kurtuluşunu haber veren çok önemli yapımlar olarak lanse edilmesidir.
Benzer çırpınışlar, Avrupalı sinemacılar tarafından da bir dönem kurtuluş yolu olarak benimsenmiştir. Doksanlı yıllarda Hollywood Sinemasının ezici üstünlüğü karsısında tüm dinamikleri sekteye uğrayan, gösterim ve dağıtım zincirini kaybetmeye başlayan Avrupa Sineması can düşmanını kendi silahlarıyla vurmayı denemiştir. Genç Avrupa nüfusunun önemli bir bölümünü etkisi altına alan Hollywood filmlerine benzeyen tarzda filmler üretilmeye başlanmış ve kaybettiği seyirciyi salonlara çekmeyi denemiştir. Bu dönem, Avrupa’da Ulusal Popüler Sinema’nın canlandığı dönemdir. Fransa’da Taksi 1-2-3 serisi buna en iyi örnektir. İspanya ve İtalya’da özellikle gang türünde popüler denemeler önemli gişe başarılarına ulaşmıştır. İngiltere’de, Trainspotting, Stock and Two Smoking Barrels gibi hem popüler sinema hem de toplumsal eleştiri özellikleri taşıyan yapımlar kendinden söz ettirmiştir.
SİNEMADA KORUMACILIK ve FRANSA’NIN ÖNEMİ
Yeni adıyla Dünya Ticaret Örgütü-DTÖ, eski adıyla Gümrük ve Ticaret Tarifeleri Anlaşması-GATT, 15 Aralık 1993 yılında uzun tartışmalardan sonra 116 ülke arasında imzalanan bir
anlaşmaya hayata geçmiştir. Genel olarak, Avrupa-Amerika arasındaki ticaret kurallarını belirler. Uzun tartışmalara ve imzalanmanın gecikmesine neden olan konulardan biri de kültür ürünlerinin de bu anlaşma içine alınıp alınmayacağı konusudur. Bir anlamda, sinema filmleriyle süt ürünleri veya tekne yedek parçaları aynı ticari kurallara mı tabi olmalıdır? Bu çatışma noktası üzerinde yapılan ve ‘Uruguay Round’ adı verilen görüşmeler yedi yıl sürmüştür. Anlaşmazlığın çıkış noktası görsel-işitsel hizmetler dosyasıdır. Bu bağlamda, ABD Avrupa Birliğinin yerel kültürlerin korunmasına yönelik yaptırımlarının kaldırılmasını talep etmiştir. Çünkü bu yaptırımlar, ABD’nin en büyük cirolu ihracat kalemlerinden olan film sanayisini olumsuz etkilemektedir. Fransa’nın basını çektiği tüm Avrupa ülkeleri Amerikan kültürünün ve sinemasının istila tehlikesini sezdikleri için buna şiddetle karsı koymuştur. DTÖ’nün istediği sinema üzerinde diğer tüm alanlarda olduğu gibi devlet sübvansiyonlarının kaldırılmasıdır. Bu Avrupa’da film üretiminin durma noktasına gelmesi demektir. Çünkü hiçbir Avrupa ülkesinde devlet sübvansiyonu olmadan film yapılamamaktadır. Burada biraz daAmerikan serbest ticaret mantığının “ticaret himaye edilmemelidir” ilkesinin kokusu hissedilmektedir. Fransa, belki de tarihsel süreçte kendini hissettiren ulusalcı kimliği ile hareket ederek Amerikan Kültürünün yayılmasına karsı önderlik etmiştir. Dönemin Fransa Kültür Bakanı Jacques Touban kültürün çoğulculuk ve çeşitlilik anlamına geldiğini savunarak GATT’ın (DTÖ) Avrupa kültürel zenginliği ve ulusal kültürleri üzerinde yıkıcı etkiler yapacağını, mutlak biçimde önlemler gerektiğini belirtir. Aynı dönemde, üstelik Amerikan Şirketleri Avrupa sinema pazarının % 80’lik bölümünü ele geçirmişken, kültürün korunması
ülkenin geleceğinin korunması olarak algılanmaya başlamışken Başbakan Balladur görsel-işitsel alanda Amerika’nın üstünlüğüne engel olmamanın, yalnızca Avrupa kültürlerinin sonu olmadığını, aynı zamanda ekonomi, toplum, uygarlık sorunu olduğunu vurgulamıştır. Dış isleri Bakın Alain Juppe ise daha da ileri giderek Amerika’nın kendi kültürünü bu biçimde dayatmasının “entelektüel terörizm” olarak adlandırılması gerektiğini bildirir.
Sonuçta, Fransa’nın direnişi sonuç vermiş ve GATT, kültür ürünlerinin pazarlık kapsamından çıkarılmasının kabulüyle imzalanabilmiştir. Bu gelişme, Türkiye’de çeşitli yankılar bulmuş, kimi çevreler sinemada rekabetin olması gerektiğini ve Amerikan filmlerine kota uygulanmamasını savunurken kimileri de kültürün tekelleşmesiyle ulusal kültürün ve ulusal sinemanın yok olacağını, kotaların hiç değilse geçici bir çözüm olabileceğini savunmuştur.
Avrupa ülkeleri, bazıları Avrupa Konseyi nezdinde, bazıları tamamen bağımsız bir takım örgütlenmelerle, kültür yayılmacılığına ve Hollywood Sinema anlayışına karşı koyma refleksini kurumsallaştırmıştır. Bu örgütlenmelerin bazılarına Türkiye’de üyedir ve tüm haklardan yararlanmaktadır.
Neticede gerek sinemanın doğduğu yer olması itibariyle gerekse yukarıda anlatılan girişimleriyle günümüzde AB ülkeleri arasında sinema sektöründe özellikle Fransa’nın bir ağırlığı vardır.
FİKRİ MÜLKİYET HAKLARI ve SEKTÖRDEKİ BEKLENTİLER
Eser sahibinin hakları ve bağlantılı haklar, üç ana kısımdan oluşmaktadır: Haklar(fikri
mülkiyet haklarıyla korunabilen) ve İstisnalar (özel kullanım veya kamu kütüphaneleri için
kopyalar gibi); Hakların Uygulanması(izinsiz kullanıma yönelik yaptırımlar gibi) ve Hakların
Yönetimi (haklardan yararlanma).
Onlinedünyada, hakların yönetimi, Sayısal Hak Yönetimi(DRM)sistemleri adı verilen teknik
sistemlerin kullanımıyla kolaylaştırılabilmektedir. Sayısal Hak Yönetimi sistemleri yapısal
olarak iki temel bileşenden oluşur; Fikrî hakların tanımlanması (identification) ve kullanım
kısıtlamalarının uygulanması (restriction).
Teknolojinin hak sahipleri açısından verimli olarak kullanımı ancak DRM ile ilgili ilkelerin ve uygulamanın belirlenmesi ile mümkündür. Bu çerçevede, endüstrinin gereksinimleri, karşılıklı işlerlik, özel ve açık standartların tespiti, rekabetin tesisi, tüketicinin korunması, vergilendirme ve hak sahiplerinin korunması gibi ana başlıklar altında bir politika oluşturulması gerekmektedir.
Türkiye henüz WIPO Sözleşmelerine taraf olmamışsa da konuyla ilgili temel düzenlemeleri yapmıştır. Bu çerçevede, çoğaltma hakkı oldukça geniş olarak belirlenmiş, hak sahiplerine umuma iletim hakkı tanınmış ve ayrıca hak yönetim bilgileri ile teknolojik yöntemler hakkında düzenleme yapılmıştır. Ancak bu düzenlemelerin tam uyum için yeniden gözden geçirilmesi ve özellikle Avrupa Birliği Direktifinde atıf yapılan istisnalara yer verilmesi gerekmektedir. Önemli bir konu da sorumlulukların düzenlenmesidir.
Bant genişliğinin artması, mobil araçların ve servis sağlayıcıların çoğalması ile eserlerin kamuya sunulma imkanları artacaktır. Bunların gerçekleşebilmesi ise, sayısal hakların korunmasıyla ilgili düzenlemelerin uluslar arası standartlarda yapılmasına bağlıdır.
Günümüzde, müzik ve sinema sektörüne yönelik en önemli gelişme, eserlerin internet üzerinden kullanılabilir hale gelmesidir. Gerek geniş bant internet erişimi ve gerekse depolama araçlarının çeşitlenerek çoğalması bu gelişmeye imkan tanımıştır. İnternet ortamındaki artan kullanım yanında GSM’in de dahil olduğu mobil pazardaki kullanım da aynı hızla gelişmektedir.
Ancak bu olumlu gelişmelerin sürekliliği iki temel sorunun çözülmesine bağlıdır. Bunlardan biri yukarıda belirtildiği gibi DRM ile ilgili sorunlardır. İkinci konu ise hak sahipleriyle olan ilişkidir. Özellikle Avrupa Birliği de son zamanlarda bu soruna bir çözüm aramaktadır. Ülkemiz açısından bakıldığında, anılan katma değerli hizmetleri sunan şirketler ile hak sahipleri arasında ciddi sorunlar bulunmaktadır. Uygulamada, gerek hak sahipliği ile ilgili yaşanan sorunlar ve gerekse talep edilen bedellerin yüksekliği sebebiyle istenen seviyede hizmetlerin uygulamaya konulamadığı belirtilmektedir. Bu alanda tüm hak sahiplerinin de lehine olan teknolojik kullanımın genişletilebilmesi için meslek birlikleriyle kullanıcılar arasında sağlıklı bir ilişkinin kurulması gerekmektedir.
Müzik yapımcıların uluslararası birliği olan IFPI tarafından açıklanan çalışmaya göre, müzik alanında korsan kullanım oranı (yapılan çalışmada en üst sınıfı oluşturan) %50’nin üstündeki sınıf içindedir. Bu oran MÜYAP tarafından %70 olarak belirtilmektedir. Amerika Birleşik Devletleri’nin değerlendirmesini yansıtan 2004 IIPA Special 301 raporunda ise, sinema alanında %45, müzik alanında %70, iş yazılımları alanında %70 oranları tespit edilmiştir. 2005 tarihli Special 301 raporunda ise, ABD’nin 2004 yılında Türkiye’deki korsan yayımlar yüzünden fikri haklar endüstrisindeki kaybının 187 milyon dolar olduğu ifade edilmiş ve Türkiye dünyanın en büyük korsan kitap pazarlarından biri olarak nitelendirilmiştir.
Ülkemizdeki meslek birliklerince açıklanan korsan kullanım oranları da yukarıda belirtilen
oranlarla benzerdir. Bu rakamlar her ne kadar daha önce belirtildiği gibi, geçerliliği tartışılabilir nitelikteyse de uluslararası değerlendirmelerde esas alınmakta olduğundan
önemlidir.
TELİF HAKLARI ve SİNEMA GENEL MÜDÜRLÜĞÜ
Eser sahipleri ve bağlantılı haklar alanında temel yapı Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü’dür. Ancak, tüm ilgililerce daha bağımsız yeni bir
yapının oluşturulması gerektiği ifade olunmaktadır. Bakanlığın fikri haklar alanında rolü, genel olarak bu alanı ilgilendiren mevzuatın uluslararası gelişmeler çerçevesinde düzenlenmesini sağlamak, fikri hakların konusunu oluşturan ürünlerin üretimini teşvik etmek ve hakların korunması için gerekli ortamı sağlamaktır. Bunun yanı sıra Kültür ve Turizm Bakanlığı Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunda belirlendiği üzere; 5846 sayılı Kanun ile verilen görevleri yürütmek; meslek birliklerinin idari ve mali yönden denetimini sağlamak; eser sahipleri ile meslek birliklerinin Bakanlıkla ilişkilerini düzenlemek; fikir ve sanat eserlerinin işaretlenmesi ile ilgili çalışmaları yürütmek, kontrol etmek ve denetlemek; eser sahibinin hakları ve bağlantılı haklar alanında uluslararası kuruluşlarla işbirliği yapmak ve gerekli çalışmaları yürütmek görevleri de bulunmaktadır.
Yukarıda sayılan bu görevler Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürlüğü bünyesinde yer alan Telif Hakları Daire Başkanlığınca yürütülmektedir. Söz konusu birim, mevzuat hazırlama ve uygulama; korsanlıkla mücadelede etkili koordinasyon sağlama; meslek birliklerinin kurulması, kontrolü ve denetimi; eserlere ilişkin veri tabanı oluşturma ve uluslararası kuruluşlarla ilişkileri yürütme çalışmalarını yapmaktadır. Daire Başkanlığının mevcut fiziki mekanı, teknik donanımı ve uzman sayısı bu görevlerin yerine getirilmesi için yeterli görülmemekte ve yeniden yapılanma ihtiyacı bulunmaktadır. Söz konusu yapının; düzenleyici ve denetleyici fonksiyona sahip etkin ve verimli çalışma koşullarını öngören; uzmanlaşmayı esas alan; uluslararası standartlarla uyumlu; eser ve bağlantılı hak sahiplerinin haklarını daha etkin koruyan; fikri hakları koruma alt yapısını bu alandaki gelişmelere paralel olarak güncelleştirebilen; teşkilat yapısı ve personel alt yapısı ihtiyaçlarını karşılayabilen özelliklerde olması hedeflenmektedir.