ÇİN – Şefik ÇAKMAK
1. GİRİŞ
Günümüzde Çin ekonomisi dünyada ihracatta birinci, ithalatta ikinci sırada yer almaktadır. Yabancı sermaye kullanımında da en önde gelen ülkelerdendir. Döviz rezervleri yönünden dünya birincisidir. Dünyada en çok araba, en çok televizyon, en büyük demir çelik üreticisi ve pazarıdır. İnternet kullanma yönünden de elektronik ticareti yönünden de en büyük ülkelerin önde gelenidir. Çelişki gibi görünse de dünyanın en büyük lüks mal tüketicisidir. Ekonomide her konuda “en büyük” olmasının Çin devriminin yarattığı sonuç olduğu doğrudur. Ancak Çin’i anlamaya yeterli değildir. Dünyanın en eski devleti Çin’i bir başka açıdan da değerlendirmek gerekir. Çin tarihin akışı içinde değerlendirilmelidir. Çünkü Çin geçmişte de dünyanı önde gelen ülkesidir. 1.800lü yılların ortalarına kadar da dünyadaki yeri ve önemi çok büyüktür. 1.800lü yıllarda Çin’in dünya ekonomisindeki payı %35 dolaylarında idi. Bu yıllarda Avrupa’nın tüm payı ise ancak %20 idi. Bu yıllarda ABD’nin dünya ekonomisindeki yerinden söz bile edilmezdi. Bu gerçekler göz önünde tutulduğunda günümüzde Çin’in dünyadaki en büyük ekonomi olması, eski gücüne kavuşması olarak da algılanmak durumundadır.
Basım evinin (matbaa) Avrupa’da kullanılmasından üç yüz yıl sonra Osmanlı İmparatorluğu’nda kullanılması garipsenirken, basım evinin Avrupa’da Çin’den yüzyılarca sonra kullanılmasından hiç söz edilmez. Daha 10 uncu yüzyılda Çin hükümeti tarımda verimi artırma tekniklerini öğreten kitaplar basmış ve köylülere dağıtmıştır. Barutu, pusulayı, kağıdı Çin’in diğer dünya ülkelerinden çok önce bulduğu ve kullanmaya başladığı gerçeğinin de altını çizmemiz gerekir. Basım evinde basılmış parayı Çin altı yüzlü yıllarda kullanmaya başlamıştır. Avrupa’da kağıt para kullanımı bundan beş yüz yıl sonradır. Dünya tarihi Atlantik ülkelerinin tarihi değildir. Yüzyıllar boyunca Avrupalı tüccarlar Çin imparatorluğun izni ile ve kurallara uygun davranmak koşulu ile Çin’de ticaret yapabilmişlerdir. Çinliler Avrupalıları üstün Çin ürünlerine gereksinimi olan barbarlar olarak algılamışlar ve 1800 lü yıllara kadar Avrupalıları kültürleri kıt barbarlar saymışlardır.
Çok yakın dönemde 18 nci yüzyılda Çin imparatorluğu ile ticaret yapan Avrupalı tüccarlar Çin’den çay, porselen, ipek alıyorlardı. Buna karşılık Avrupa, sanayi deviminin verdiği olanakların yarattığı tekstil ürünlerini Çin’e satmakta böylece dış ticaret dengesini sağlamakta oldukça zorlanılıyordu. “Çin’de herkes bir parmak daha uzun giysi giyse İngiltere’nin tekstil üreticilerinin yüzyıllar boyunca tekstil pazarı bulma sorunu çözülmüş olur” gibi atasözü niteliği kazanmış İngiliz deyişi bu zorlanmanın ifadesidir. 18 inci, 19 uncu yüzyılda Çin’le ticaret Avrupa ekonomilerini olumsuz etkiliyor, ödemeler dengesindeki açıklarını kapatamıyorlardı. Özetle Çin’den almak zorunda kaldıkları mallara karşı Çin’e mal satmakta zorlanıyor, dış ticaretteki olumsuz durumu değiştiremiyorlardı. Bu zorluğu aşmak için Çin’de afyon kullanımını, alışkanlığını sağlayarak, Hindistan’dan alınan afyonu Çin’e pazarlama yoluna gittiler. Bu afyon ticareti ekonomi dışına taşmış, Çin’de çözümü zor sosyal sorunlar yaratmaya başlamıştır. Afyon’un yarattığı sosyal sorun nedeniyle Çin afyon dış alımını ve ticaretini yasaklama yoluna gitmiştir.
Burada iki medeniyeti ayıran kalın çizginin altını çizmemiz gerekir. Kristof Kolomb’un Amerika’yı bulmasından yüzyıllarca önce Çin Amerika anakarasını gitmiş, burayı bulmuştu. Ancak Çin devlet uygulamasında kolonileştirme biçiminde bir sömürü anlayışı olmamıştır. Dolayısıyla Amarika ana karasının doğal zenginliğini yağmalama yaşanmamıştır. Avrupa dünyası ile Çin dünyasını ayıran ikinci ana çizgi üretim biçimidir. O dönemde Çin üretim biçimi sermaye ağırlıklı değildir. Kapitalist üretim biçimi Çin’de geçerli değildir. Ekonominin yarattığı artı değer yani emek birikimi finans kapital olarak örgütlenmiş değildir. Birikmiş artı değer yastık altı denen birikimdir. Yastık altı birikimin üretimde önemli bir ağırlığı yoktur. Avrupa’da koloni sömürge anlayışı ve artı değer birikiminin finans kapital örgütlemesi içine alınması bu ülkelerde çok üstün bir savaş teknolojisi yaratmıştır. Savaş teknolojisindeki üstünlük sayısal üstünlükten çok daha önemlidir. Örneğin Preveze deniz savaşında papalık donanması 302 gemi 2500 top 60.000 savaşçıdan oluşuyordu. Buna karşılık Osmanlı donanmasında 122 gemi, 166 top, 8.000 savaşçı vardı. Ancak Osmanlı donanmasının top teknolojisi çok üstündü. Bu teknoloji üstünlüğü nedeniyle Osmanlı donanması haçlı donanmasını bozguna uğratmıştır. Avrupa ülkelerinin koloni sömürgeciliği, hem kendi aralarında hem Osmanlı İmparatorluğu ile sürekli savaş durumunda olmaları ve sanayi devriminin olanakları, ileri bir savaş teknolojisi yaratmıştır. Çin’in afyon pazarlanmasını yasaklamasını Avrupa savaş nedeni saymış ve Avrupa ülkeleri (özellikle İngiltere) üstün savaş teknolojisi ile Çin’i yenmiş, önemli limanlarının mülkiyetini değilse bile, yönetimini Avrupa ülkeleri almıştır. Böylece Avrupa ülkeleri Çin ile ticarette dış ticaret açığının kapanmasını sağlayabilmiştir. Bu savaşta Çin’in yenilgisi yalnızca limanların yönetiminin Avrupa ülkelerine geçmesi ile kalmamış, Çin büyük tutarlarda savaş tazminatı ödemek yükümlülüğü altına da girmiştir. Savaş tazminatı ödemesi de Çin devletinin iradesine bırakılmamış, Osmanlı imparatorluğu borçları için uygulanan düyun-u Umumiye’ye benzer bir yöntem uygulamaya konmuştur. Bu yöntemde gümrük vergileri ve diğer bazı vergilerin yönetimi Avrupa’lı ülkelere verilmiştir. Vergileri bunlar topluyor, savaş tazminatı için ödenecek tutar düşüldükten sonra kalan Çin devletine veriliyordu. Afyon savaşından sonra Çin “utanç yüzyılı” denen ve Çin devrimine kadar süren bir çöküş dönemi yaşamıştır. Bu çöküş dönemi Çin İmparatorluğunun güçsüz bir görünüm sergilemesine neden olmuştur. Çöküş döneminde Çin’de merkez devlet güçsüzleşmiş, eyalet yönetimleri merkez devlete göre daha güçlü duruma gelmişlerdir. Bundan daha önemlisi savaşlarda yaşanan yenilgi Çin’in kendine güvenini dünyada büyük devlet olma inancını yıkmış, Osmanlı İmparatorluğunda yaşanan batının ekonomik, sosyal, kültürel ve politik yapısına uyum sağlama, batılılaşma özlemi ortaya çıkmıştır. Bu özlem ve arayıştan kaynaklanan olaylar sonucunda 1911’de ikibin yıllık Çin imparatorluğu sonlanmış yerini Çin Cumhuriyetine bırakmıştır.
Birinci dünya savaşı batı ülkelerinin Çin’e olan ilgisini ve baskısını durdurmuştur. Ancak Çin’de merkez yönetiminin gücünün azalması buna karşılık eyalet yönetimlerinin güçlenmesi sonunda, eyalet hükümetlerinin kurdukları orduların komutanları bölgelerin lideri ve yöneticisi olmuşlar bu yerel hükümetler birbirleri ile savaşa girişmişler ülke bölge güçlerinin savaş alanı olmuştur. Çin’deki bu gelişme, çelişki ve çalkantı Çin Komünist Partisi’ni (ÇKP) ve Ulusal Parti’yi (Goumindang) ortaya çıkarmıştır.
Birbirleri ile savaşan ve ülkede huzur bırakmayan yerel güçlere, savaşçılara karşı ÇKP ve Ulusal Parti birleşmiş, Sovyetler Birliğinin yardımı ile bu yerel güçler bastırılmış ve denetim altına alınmıştır. Ancak 1927 yılında Ulusal Parti Komunist Partisine karşı harekete geçmiş, bu Partinin pek çok üye ve yöneticisini yok etmiş yönetimi ele geçirmiştir. ÇKP kırsal alana çekilmiş, buralarda yoğunlaşmış ve bu bölgelere egemen olmaya çalışmıştır. İkinci dünya savaşında (1937 yılında) Japonya’nın Çin’i işgal girişimi ÇKP ve Ulusal Parti’nin yeniden güç birliğine yönelmesine yol açmıştır. Bu iş birliği kısa sürmüş, Japonya ÇKP ve Ulusal Parti üçlüsü birbirleriyle savaşa tutuşmuşlardır. Bu üçlü savaş ÇKP’de Mao Zedung’un parlamasına neden olmuştur. ÇKP SSCB’de eğitim görmüş yönetici ve danışmanların etkisindeyken Mao’nun etkisi altına girmiştir. Mao Sovyetler Birliği’nin önerdiği reçeteleri süzgeçten geçirmiş, bunların yerine genellikle Çin’in yaşadığı tarih sürecine ve Çin koşullarına uygun uygulamalar ile ülke genelinde ÇKP’nin başarısını sağlamış, bu başarı 1943 yılında onu Partinin başına getirmiştir.
Japonya ikinci dünya savaşı yenilgisi nedeniyle Çin’deki üçlü savaştan çekilmiştir. Bu durumda Ulusal Parti ile ÇKP arasında iç savaş yeniden başlamıştır. Bu iç savaşta ÇKP’nin destekçisi Sovyetler Birliği, Ulusal Parti’nin destekçisi ABD olmuştur. Mao ÇKP yönetimindeki bölgelerde halkı kazanan başarılı bir yönetim sürdürdüğünden dört yıl süren iç savaşın kazananı olmuştur. Ulusal Parti ise ABD’nin de yardımı ile Tayvan adasına çekilmiştir. Mao Zedung 1 Ekim 1949’da Tiananmen Meydanında “Çin Halk Cumhuriyeti”nin kuruluşunu tüm dünyaya duyurmuştur.
2. MAO DÖNEMİNDE ÇİN
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Afyon savaşından sonra Çin hızla gerilemiş 1820 yılında dünya ekonomisinde üçüncü sırada iken Çin devrimine gelindiğinde yirminci sıraya düşmüştür. Ulusal Parti yönetiminde savaş ve iç savaş giderleri için aşırı biçimde para basılmış ve ülke ağır bir enflasyon dönemi de yaşamıştır. 1937 yılı baz alındığında devrim dönemine kadar fiyatlarda yüzde yüz bin artış olmuştur. Ancak bu dönem Çin’de bir alt yapı oluşumunu da sağlamıştır. İkinci dünya savaşında Mançurya’yı işgal eden Japonya kendi ekonomisinin gereklerini sağlamak için madencilik, demir-çelik, çimento, elektrik üretimi işletmeleri kurmuştur. Bu yatırımlar hafif sanayiyi de belirli ölçüde geliştirmiştir. Diğer yandan Japonya ile savaşmak durumunda olan Ulusal Parti yönetimi de Çin’in iç bölgelerinde savaşın zorunlu kıldığı savunma sanayisini kurmuştur.
Bu gelişmeler Çin’de bir dinamizm de yaratmıştır. Bütünüyle yabancıların elindeki sanayi işletmeleri yanında ulusal işletmeler de oluşmuştur. Yabancıların işlettiği işletmelerden etkilenen, bu işletmelerde çalışan ve bu işletmeleri izleyen Çinliler de tekstil, gıda gibi küçük işletmelerini geliştirmiş ve büyütmüşlerdir.
Çin Halk Cumhuriyeti kurulduğunda, afyon savaşından başlayarak gittikçe artan hızla çöken ekonomiyi yeniden yoluna koymak ve halkın kendine güvenini yeniden sağlamak durumundaydı. Çin Halk Cumhuriyeti’nin elinde Mançurya’da Japonların kurduğu sanayi tesisleri ile limanlarda ağırlıklı olarak yabancıların elinde olan işletmeler ve Çin’in içerilerinde iç savaşta devletçe kurulan savunma sanayi kurumları vardı. Bunun yanında gelir ve toprak dağılımı da aşırı ölçüde dengesizdi. Okur-yazar oranı yok sayılacak kadar düşüktü. Sağlık hizmetinden söz bile edilemezdi. Ortalama yaş 25-30 sınırındaydı. Tüm bu olumsuzlukların yanında Çok geniş bir çete örgütlenmesi oluşmuş, çeteler toplum ve ekonomik düzeni çalışır durumdan çıkarmışlardı. Üstelik yıllarca süren savaş ve yenilgiler halkı yıldırmış, güven duygusunun yitirilmesine neden olmuştu.
Mao Çin’i yeniden eski gücüne kavuşturmak için Türkiye’de Atatürk’ün yarattığı yapıya benzer bir yapıyı Çin’in koşullarına uyarlayarak oluşturmaya çalışmıştır. Ve Rus devrimindeki uygulamanın kopyalanmasını uygun bulmamıştır. Çin devrim yönetimlerinin başat özelliği idari yönetim olarak çok büyük ölçüde “ademi merkeziyetçi”, ancak politik yönetim olarak da çok büyük ölçüde “merkeziyetçi” olmasıdır. Bir başka özellik, finans kapitalin denetim altına alınması gayretidir. Bankalar kamu mülkiyetindedir. Banka yönetimlerini ÇKP atamaktadır. Garip bir rastlantı mı saymak gerekir bilmiyorum, Mao Çin’de bu yapıyı oluşturmaya başladığında Türkiye’de Atatürk’ün kurduğu düzen yozlaştırılmaya başlamış, sonuçta 1950 yılında Demokrat Parti yönetime gelmiştir.
Çin Halk Cumhuriyeti’nde Mao dönemi kuruluş yılı 1949 yılından başlayarak Mao’nun ölümü 1976 yılına kadar sürer. Bu dönemdeki karma ekonomi ve kültür devrimi üzerinde duracağız. Mao’nun ölümünden önce belirtileri görülen ve kültür devimini irdeleyen ve eleştiren gelişme ile Mao’dan sonra denebilir ki Çin devrimi yeni bir aşamaya geçmiştir.
2.1. Devrimin İlk Yıllarında Tarım Reformu Ve Karma Ekonomi
Çin devriminin ilk yıllarında hemen devletin yeniden yapılandırılmasına başlanmıştır. Kısa ve uzun dönem planlar ile sanayi, tarım, ulaşım ve iletişim sektörleri karma ekonomi anlayışı içinde yeniden yapılandırılmıştır. Ülkenin en büyük sorunu olan enflasyon, doğru ve hızlı para ve maliye politikaları ile dengelenmiştir. Diğer yandan, Devlet yönetimindeki işletmelerin üretimleri aşırı artarken Çin Komünist Partisi işçi örgütlenmeleri sendikalar üzerinde daha önce yarattığı olumlu izlenimden yararlanarak, işçi – işveren çekişmesini durdurmuş, özel sektörün rahatlaması ve özel sektör üretiminin de artmasını sağlamıştır. Çin toplumunda egemen duruma gelmiş olan çete örgütlenmeleri hızla ortadan kaldırılmış, toplumda düzenin normal koşullara dönmesi sağlanmıştır. Devrimin daha ilk yılında Çin’de duran yaşam işler duruma getirilmiştir. Bunda İç savaş nedeniyle 1927 yılından başlayarak kırsal kesime çekilen ÇKP kadrolarının kırsal kesimde egemen oldukları bölgelerde kazandıkları yönetim becerisinin büyük etkisi vardır.
Bu ilk yılın başarılarına karşın, Çin dıştan gelen zorlamalara da karşı koymak zorundaydı. Daha önceki bölümlerde sözünü ettiğimiz gibi, devrim öncesinde ÇKP’nin Ulusal Parti ile yaşadığı iç savaşta ABD Ulusal Parti’yi desteklemişti. Ulusal Parti’nin iç savaşta yenileceğinin işaretleri başlayınca ABD ÇKP’ye karşı bazı yaptırımlar uygulama yoluna gitti. ABD Sovyet devrimi sonrasında SSCB’ne uyguladığı ambargoyu Çin Halk Cumhuriyeti’nde de uygulamaya koydu. ÇKP iç savaşı kazandı ama savaş bitmedi. Komşusu Kore’deki iç savaşa ABD’nin de katılmasını Çin kendisi için çok tehlikeli bulduğundan devrim yönetimi de Kore’deki savaşa katıldı. 19 uncu yüzyılın başından beri batı ülkeleri ile pek çok savaşta yenilmiş, iç karışık ve savaşla boğuşmuş Çin böylece dünyanın en büyük ekonomi ve savaş gücü ABD’ye karşı savaşmak durumunda kalmıştı. Kore savaşı Kore’nin güney ve kuzey olarak ikiye ayrılması ile sonlanmış, ancak, ABD Çine uyguladığı sıkı ve acımasız ambargoyu 1969 yılına kadar sürdürmüştür. 1969 yılından sonra ABD ambargoyu tam kaldırmış değildir. ABD’nin silahlanma ile ilgili kısıtlaması günümüzde de sürdürülmektedir. Devrimin ilk yıllarında Kore savaşının olumsuz etkisine karşın ÇKP’nin hızlı ilerleme ve kalkınmayı başardığının da altını çizmek gerekir.
Kore savaşının Çin’in ilerlemesi ve kalkınması yönünde olumsuz etkisi olmuştur. Ancak bu savaştan yenilgi ile çıkılmaması Çin’in moral gücünü çok artırmıştır. “Utanç yüzyılı” denen batılı ülkelerle yaşanan savaş döneminde peş peşe yenilgilerin yıktığı öz güvenin yeniden kazanılmasının olumlu etkisi çok büyüktür. Kore savaşında Türkiye Cumhuriyeti’inin Çin’e karşı emperyalist ülkelerle birlikte savaşması yaman bir çelişkidir.
Kore savaşı sürerken ve bittikten sonra Çin yeniden ülkenin eski gücüne kavuşması, dünyanın önde gelen devleti aşamasına ulaşması gayretine girişmiştir. ÇKP’nin ideolojisinin Marksist-leninist temelde olduğunda kuşku yoktur. Bu nedenle toprağın ve diğer üretim araçlarının kamunun olduğu anlayışı ile kamu adına Partinin yönetmesi gereksinimi vardı. ÇKP’ini Rus komünist partisinden ayıran özellik, ÇKP’nin Marksist-leninist ideolojinin SSCB’deki gibi uygulanmasına Çin’deki ekonomik ve sosyal yapının uygun olmadığını benimsemesidir. ÇKP iç savaşta kırsal kesime çekildiğinde tarım alanındaki gerçeği 1927 yılından başlayarak görmüştür. ÇKP devrimden önce kırsal alanda egemen olduğu bölgelerde yaşananlardan toprak ağalarının topraklarının dağıtımının, tarım üretimini olumsuz etkilemediğini, ancak “zengin çiftçi” denen toprağı çok olanların tarımsal üretimle doğrudan ilgilendiklerini ve tarımsal üretime büyük katkı sağladıklarını öğrenmişti. Zengin çiftçilerin toprakları dağıtıldığında tarımsal üretimin olumsuz etkilendiği de saptanmıştı. Dolayısıyla devrimden sonra ÇKP toprak reformunu, Marksist-leninist ideolojinin katı kuralarının dışına çıkarak, devrimden önceki bu gözlemlerine dayandırmış, toprak mülkiyetinde ve gelirinde herkesin eşit olması anlayışından uzaklaşmış zengin çiftçilerin topraklarının dağıtılması yoluna gidilmemiştir. Toprak dağıtımı yapılmıştır. Ancak toprak mülkiyetinde ne devletleştirme ne de eşitlik amaçlı toprak dağıtımı yapılmamıştır.
Diğer yandan ÇKP yönetimi öncesinde de sanayi işletmelerinin bir bölümü devletindi. Devrimden önce zaten bir karma ekonomi vardı. 1950 yılında sanayi üretiminin %50 sini devlet şirketleri gerçekleştiriyordu. ÇKP yönetiminin ilk yıllarında, sanayide özel sektör işletmelerine sağlanan kolaylık sonucunda, özel sektör sanayi üretimi %100 artmıştır. Ancak Devletin sanayi işetmelerinin ekonomide ağırlık kazanması amacı da unutulmamıştır. 1953-1957 yıllarını kapsayan ilk beş yıllık plan, esas olarak büyük yatırımlar ve ağır sanayi ağırlıklıydı. Planın öngördüğü ağır sanayi işletmeleri Sovyetler Birliğinden sağlanan donanım ve teknoloji ile gerçekleştirilmiştir. Sovyetler Birliğinin bu desteği karşılıksız değildi. Bu donanım ve teknolojinin sağlanması karşılığında Sovyetler Birliğine borçlanılmış, Çin borcunu ilerleyen yıllarda tarım ürünleri ve ham madde göndererek ödemiştir.
Birinci beş yıllık planın başarısı, marksizm-leninizm öğretisi gereği işletmelerin devlet elinde toplanması konusunda Çin’in koşullarının olgunlaştığı, devletleştirme uygulamasının başarılabileceği görüşünü Parti içinde yaygınlaştırmıştır. 1956’da hızlı ancak dengeli bir süreç sonunda ekonomide özel mülkiyete büyük ölçüde son verildi. Devletleştirme uygulaması zora başvurulmadan başarıldı. Kamuoyunun baskısını da yaratan Devlet özel şirket sahiplerinin şirketlerini Devlete satmalarını sağladı. Bu yöntemle Devletleştirme karşılığında oluşan borçları Devlet 1960 yılına kadar çeşitli dönemlerde ödeyerek borcundan kurtuldu.
Tarım işletmelerinde daha farklı yöntemler uygulandı. Köylüler için belli işlerin ortaklaşa yapılmasını amaçlayan kooperatifler özendirildi ve oluşturuldu. Bu kooperatifleşme süreci giderek daha kapsamlı işbirliği yaratılmasının aracı yapıldı. Bu kooperatiflerde ortak üretime herkes emek ve sermaye (toprak, hayvan, makine gibi) katılımları oranında üretimden pay alıyordu. Tarımda üretimde özel mülkiyetin sonlandırılması bu yöntemle sağlandı. Kooperatiflerde üretim ortak yapılıyor, yaratılan üründen herkes katıldığı emek oranında pay alıyor, böyle oluşan kooperatiflere de “İleri Üretici Kooperatifleri” deniyordu. Birinci beş yıllık planın uygulanması ve bu önlemlerin alınması ile Çin’de ortalama yaşam süresinde, okur-yazarlıkta, yüksek eğitimde, sağlıkta büyük bir ilerleme sağlanmış, Parti halkın güvenini kazanmıştı.
Üretim araçlarının Devlet elinde toplanması gerçeğinin Çin’de bürokrasi egemenliği yaratacağı endişesi ile Mao yeni önlemler alma gereği duymuştur. Mao’ya göre bu tehlikenin önlenmesi için yerel yönetim potansiyelinin artırılması ile bürokrasinin gücünün dengelenmesi gerekiyordu. Konuşmalarında ve yazılarında, her şeyi merkez yönetiminin elinde toplayıp, yerel yönetimlerin elinin kolunun bağlanmaması, merkezi yönetimin eyaletlere insiyatif alanı bırakmaları, bölgeler, iller, ilçelerin de yetki alanlarının olması gerektiğini belirtiyordu. Mao’nun bu düşüncelerini uygulamaya koyması bir yanda Çin’de büyük bir atılım yaratmış, diğer yönden de kültür devriminin işaretlerini vermiştir.
ÇKP’nin yönetimi aldığında sağladığı başarı gerçekten büyüktü. Ancak Çin henüz İngiltere ve ABD gibi ileri Atlantik ülkelerini yakalayacak durumdan çok uzaktı. Gerek sanayide gerek tarımda sağlanan gelişmenin önüne engeller çıkıyor, üretimin işleyişinde dar boğazlar oluşuyordu. Oluşan dar boğazları daha çok ve daha verimli çalışarak aşmak gerekiyordu. Bu durumda Mao döneminde “Büyük İleri Adım” denen düzenlemeye geçildi. Dar boğazları aşmak için yeterli yatırım yapılamıyorsa kullanılmakta olan fabrikalarda ve tarlalarda daha uzun saat çalışılarak, daha verimli çalışılarak üretimin artırılması sağlanacaktı. Köylülerin tarlalarda daha çok çalışmaları ile yetinilmeyecek, köylüler, tarımda kullanılacak kırsal sanayi tesisleri oluşturacaklardı. Bu durumda tarım sanayi sektörüne gerek duymadan kendi girdilerini kendisi üretecekti. “Büyük İleri adım”la İngiltere’yi üç yıl içinde ABD’yi on yıl içinde yakalamak planlanmıştı.
Büyük İleri adım 1958 yılında başlatıldı. 1958 ve 1959 yıllarında büyük bir üretim patlaması oldu. Sanayi kuruluşlarında işçiler bakım için bile ara verilmeden ek vardiyalarla çalışıyorlardı. Tarımda “İleri Üretici Kooperarifleri” birleştirilmiş komünler oluşturulmuştu Komün kırsal bölgelerde bir kasaba ve çevresi köyleri içine alan 20.000 kişiyi kapsayan idari birim olarak kurulmuştu. Köylüler tarımsal gereksinimlerini karşılamak için demir çelik tesisleri kuruyor. Yüksek fırınları geceleri de çalıştırıyorlardı. Böylece ülke GSYH’sı 1957-1959 döneminde iki yılda %32 artmıştı. Ancak “Büyük İleri Adım” ileriki yıllarda bu başarıyı sürdürememiş, üretimde peş peşe aksamalar yaşanmış, üretim hızı yeniden düşmüştü.
2.2. Kültür Devrimi
Mao, sosyalizm uygulamasında bürokrasi egemenliğinden endişe ediyordu. 1960’lı yıllardan başlayarak, bürokrasi egemenliğinin Sovyetler Birliğindeki sosyalizmi bozduğunu yazılı ve sözlü olarak belirtiyor, Rus Komünist Partisi ile Çin Komünist Partisi arasında yoğun bir tartışma yaşanıyordu. Aynı endişeyi Çin’deki sosyalizm uygulamasında da duyuyordu. Çin’de de bürokrasinin devrim ilkelerini saptırdığını kendi çıkarını kollayan bir kesime dönüştüğünü dile getiriyordu. Bu eleştirilerle Mao’nun Çin Komünist Partisinin de bürokratlaştığını ileri sürdüğü açıktı. Bu görüşe Parti içinde karşı çıkanlar Mao’ya karşı Parti içinde bir çatışma yaratmak durumundaydılar. Mao’nun ününden çekiniliyor, sessiz kalınıyordu.
Mao Büyük İleri Adım uygulamasında başta sağlanan başarının sürdürülememesini Parti ve devlet bürokrasisinin sosyalist anlayış ve çalışmadan uzaklaşmış olmasına bağlıyordu. Büyük İleri adım uygulamasındaki başarısızlık Mao’nun ününü de gölgelemişti. Mao bu girişimin başarısızlığının sorumluluğunu üstlenmişti. Bu sorumluluğu üstlenmesinin liderliğini zedelediğini düşünüyor, belki de kültür devrimi ile eski konumunu korumak istiyordu.
Mao Parti ve yönetim kadrolarını bürokrasi hastalığından kurtarma görevini gençlere verdi. Kültür devriminde Mao ülkedeki kültür ve eğitimde burjuva anlayışının öne çıktığını belirterek gençleri bu eğilime karşı çıkan eylemler yapmaya çağırdı. Mao’nun bu tutumu sonucunda, lise ve üniversiteli gençlerin sokaklarda okullarda gösteriler yapmalarıyla kültür devrimi başlatılmış oldu. Öğrenciler okul yönetici ve öğretmenlerinden bazılarını burjuva olarak nitelendirip sorguya çekmeye başladılar. Mao’nun istekleri doğrultusunda Parti 1966 yılında “Büyük Proleter Kültür Devrimi” genelgesini yayınladı. Bu genelgede Partiye, devlete, silahlı kuvvetlere ve kültürel kurumlara sızmış burjuva unsurlara karşı mücadele öngörülüyordu. Bu mücadele görevi gençlere verildiğinden 1966 yılında tüm okullar kapatıldı. İlk ve ortaokullar 1968, 1969 yıllarına kadar, yüksek öğrenim kurumları 1972 yılına kadar kapalı kalacaktı. “Kızıl Muhafızlar” adını alan öğrenci grupları her yerde burjuva aramaya başlamışlardı. Kişileri burjuva olup olmadıkları konusunda sorguluyor, dövüyor, boyunlarına yazılı bildirimler asarak meydanlarda dolaştırıyor, yaralama ve ölümler de oluyordu. Bu kargaşada Parti yönetimi önlem alma, bu sorumsuzlukları giderme yoluna gitmek istemiş, olayları denetim altına almak için kızıl muhafız öğrenci grupları ile birlikte çalışacak gruplar oluşturmak istemişti. Ancak Mao buna karşı çıkmış, öğrencilere engel olunamayacağını, çalışmalarında serbest bırakılmaları gerektiğini belirtmiştir. Üstelik güvenlik güçlerine öğrenci gruplarına engel olunmaması da bildirilmişti.
Kültür devrimini Parti ve devlet dışında oluşturulan “Merkez Kültürel Devrim Grubu” adındaki kurum yürütüyordu. Kurum Mao’nun karısının başkanlığında Mao’ya yakın kişilerden oluşturulmuştu. Kültür devrimi görevini üstlenen öğrenci grupları ÇKP’nin köy örgütlenmesinden başlayarak Parti merkezine kadar görev, yetki ve ünvanı ne olursa olsun tüm Parti yetkililerini sorguluyor, aşağılıyordu. Örneğin Devlet başkanı Liu Shaoki “kapitalist yolda olmakla” suçlanmış, çok hırpalanarak kapatıldığı bir odada ölmüş ya da öldürülmüştür. Liu Shaoki’nin karısı aşağılanarak meydanlarda dolaştırılmıştı. ÇKP’nin genel sekreterliğini yapmış Deng Xiaoping de ayı biçimde aşağılanmıştır. Deng Xiaoping Mao’nun ölümünden sonra uygulamaya konan Piyasa reformlarının yaratıcısı olmuştur. Kültür devimi döneminde Mao ve çevresi dışında kimse güvende değildi.
Kültür devrimi yıllar ilerledikçe tamamen başıbozuk eylemlere dönüştü. Kızıl Muhafızlar adını alan farklı görüşlerdeki gruplar birbirleri ile çatışma içine girdiler. Önce taş ve sopalarla başlayan çatışmalar silahlı giderek ağır silahlı çatışmalara döndü. 1969 yılında Mao olaya silahlı kuvvetlerin el koymasını istemiş ve silahlı kuvvetler kültür devrimi eylemine son vermiştir. Kızıl muhafız olarak örgütlenmiş 20 Milyon öğrenci köylere kırsal kesime gönderilmiş, uzun yıllar dönmelerine izin verilmemiştir.
Kültür devrimi Mao’nun da isteği ile silahlı kuvvetlerce bastırılmış ise de kültür devriminin anarşik yapısı sonlandırılmış değildi. Kültür devrimi Mao’nun düşünceleri doğrultusunda Mao’nun ölümüne kadar sürdürülmüştür. Çin bu dönemde Mao’nun “Büyük İleri Adım” ve “Kültür Devrimi” düşünceleri doğrultusunda yönetilecektir. “Büyük İleri Adım” döneminde ekonomik yapı merkezileştirilmiş, yerel yönetimlerin yetkileri ve katkıları kısıtlanmıştı. Ancak bu uygulamanın ilk iki yıldaki başarısının durması sonra olumsuzlaşması nedeniyle Mao 1970 yılından başlayarak yerel yönetimlerin yetkilerini artırmış onlara yeni olanaklar verilmesini sağlamıştır. Bu tarihten sonra merkez yönetimindeki şirketlerin pek çoğu yerel yönetimlerin yönetimine verilmiştir. İlk beş yıllık plandaki Sovyetler Birliği modelinden esinlenen merkezden planlama anlayışı bir daha uygulanmayacak ekonomik planlamada merkeze ve bölgelere yetki insiyatif tanıyan karma bir model gerçekleştirilecektir. Daha basit bir anlatımla yerel yönetimler de kendileri için ekonomik planlar hazırlayacak merkez bu planların birbiri ile uyumlu olmasını sağlayacaktı. Bu ekonomik yapı dışında, idari yapıda da yerel yönetim birimlerinin bir üst yönetimden oldukça bağımsız olması sağlanacaktı. Bu ekonomik ve idari yapılanma Mao döneminden sora uygulamaya konan reform görüşünün gereği hızlı ekonomik büyümenin temelini oluşturacaktır.
Mao döneminde kırsal kesime çok önem verilmiştir. Özellikle eğitim alanında kırsal ve kentsel kesim arasındaki eşitsizlik çok azalmıştır. 1965 yılında kentlerde herkes ilk öğretime katılırken, kırsal bölgede ilk öğretim olanağı ancak üç kişiden bir kişiye verilebiliyordu. Çocukların üçte birinin okula gitme olanağı vardı. 1970lerden başlayarak bu oran kırsal kesimde giderek artacak, kentsel kesim gibi yüzde yüz oranı yakalanacaktır. 1965 yılında ülkedeki 18.000 ortaokulun 10.000 i kırsal bölgede iken 1978 yılında 153.000 okulun 113.000 i kırsal bölgede eğitim vermiştir. Bu nedenle kültür devrimi olumsuzluklarının yanında olumlu gelişmelere de neden olmuştur. Kırsalda halkın yönetime katılma oranı çok artmış Parti içi ve dışı demokratikleşme olumlu yönde gelişmiştir. Mao’dan sonra başlayan piyasa reformları gereği açılan fabrikalarda kırsal kesimden eğitim düzeyleri yüksek çalışanların gelmesi Piyasa reformlarının ekonomik başarısına büyük katkı sağlamıştır.
3. MAO DÖNEMİ SONRASI ÇİN
Mo’nun 1976 yılında ölümünden sonra kültür devrimine hızla son verildi. Mao’nun ölümünden bir ay sonra Kültür devrimini yöneten “Merkez Kültürel Devrim Grubu”ndan dörtlü çete adı verilen Mao’nun karısı ve üç yakını Çin’de yönetimi ele geçirmek ve Kültür Devriminde çok sayıda insana haksızlık etmekle suçlanarak tutuklandılar. Kültür devrimi süresinde suçlanan, görevden alınan, sürgüne gönderilen kişilerden pek çoğu aklandı ve görevlerine dönmeleri sağlandı. Ayrıca kültür devrimindeki işlemlerinde haksızlık yaptıkları suçlaması ile de bazı kişiler suçlandı ve görevden alındı.
Parti içinde önemli bir işlevi olmayan, ancak Mao’nun hükümet başkanı olarak görevlendirdiği Hua Guofeng Mao’nun ölümünden hemen sonra hükümet başkanlığının yanında Parti başkanlığını da üstlendi. Hua Guofen Mao sağlığında ne karar vermişse ne gibi buyruklarda bulunmuşsa aynen yerine getirilmesi gibi bir yönetim ilkesini uygulamaya koydu. Ancak Parti’de hem çoğunluk hem ağırlıklı kişiler kültür devriminin kötü izlenimi nedeniyle Mao yolunda yürüme eğiliminde değildi. Kültür devriminin tasfiye ettiği kişilerin tekrar eski konumlarını kazanmaları da Mao döneminden daha değişik bir yönetim biçimine geçilmesi görüşüne ağırlık kazandırdı.
Çin Komünist Partisinin 1978 Eylülündeki toplantısında Hua Guofeng’in Mao’nun politikalarının koşulsuz uygulanması, Mao’nun izinden gidilmesi ilkesi uygun bulunmadı. Mao’nun iki kez görevden aldığı Deng Xiaoping’in ideolojiyi geriye iten, ekonomik gelişmeyi sağlayacak politikalar üretmek ve uygulamak görüşü benimsendi ve onaylandı. Bu toplantıdan sonra Hua Guofeng Parti ve hükümet başkanı olarak kalmış olsa da artık yönetimdeki etkisini bütünüyle yitirmişti. Zaten toplantıdan iki yıl sonra 1980’de hükümet başkanlığından, 1981’de de Parti başkanlığından Parti kararı ile alınmıştı. Parti Merkez Komitesi 1981 yılında kültür devrimini değerlendirmiş, kültür devriminin parti, ülke ve insanlar için çok kötü sonuçlarının sorumlusunun Mao olduğunu belirten bir karar almıştır. Kararda her ne kadar Mao sorumlu tutuluyor olsa da, kültür devrimindeki önemli hataların büyük bir devrimcinin hataları olduğu, Mao Zedong’un Çin devrimine katkılarının bu hataların çok üzerinde olduğu özenle vurgulanmıştır. Çin Komünist Partisi Mao döneminin sonlandığını, yeni bir politika ile yola koyulacağını belirtirken, Mao’ya da Çin tarihinde şerefli bir yere oturtmaya özen gösteriyordu.
Mao’dan sonraki dönemde, özel sektöre yeniden yer verilecek, ekonomi dışa açılacak, dış ticaret serbestleşecek, yabancı sermayenin gelmesi sağlanacaktı. Tüm bunlar Mao dönemindeki Çin’e yabancı politikalar değildi. Mao ÇKP’de SSCB’nin katı Marksist-leninist politikalarının Çin gerçeğine uygun olmadığını savunmuş, özel sektörün de üretimde yer aldığı, tarımda zengin çiftçilerin geniş topraklarını işlemelerine izin veren karma ekonomi düzenini uygulamaya koymuştu. Sonradan Çin’in koşullarının artık uygun olduğu gerçeğini saptayarak karma ekonomiyi sonlandırmış, zengin çiftçilerin topraklarını onları da inandırarak satın almıştı. Yani Mao’un ölümünden sonra yeni bir düzen yaratılmıyor. Mao’nun başta uyguladığı düzene, günün koşulları değerlendirilerek dönülüyordu.
Çin Mao döneminde, güçlü bir devlet olmanın koşullarını oluşturmuştur. Utanç yüzyılından sonra, tüm sosyal ve ekonomik düzeni çökmüş, batılı devletlerin oyuncağı olmuş devleti Mao yeniden örgütlemiş, halkın öz güven kazanmasını sağlamış, Kore savaşı gibi tüm olumsuzluklara karşın, ülkenin çok önemli sorunlarını çözmeyi başarmıştır. Ülke kalkınmasında da küçümsenmeyecek başarılı bir dönem yaşanmıştır. Mao yönetiminin başlangıcı sayılması gereken 1952 yılından, yeni bir yönetim anlayışının başladığı 1978 yılına kadar Çin ekonomisi yıllık ortalama %7 büyümüştür. Bu küçümsenecek bir büyüme oranı değildir. Bir tarım ülkesi olan Çin Mao yönetiminde sanayi ülkesine dönüşmüştür. Yeni yönetime sanayi ülkesine dönüşmüş bir Çin verilmiştir. Bu gerçekler göz önünde tutulduğunda 1978 yılından sora neden ekonomik sistemin değiştirildiğinin de sorgulanması gerekir. Bu dönemde çevre ülkelerdeki gelişmeler göz önünde tutulduğunda, Japonya yıllık %10 büyüme sağlamıştır. Daha da önemlisi İç savaşta yenilerek kaçan Ulusal Parti’inin yönettiği Tayvan da bu dönemde %10 büyümüştür. Çok küçük bir ülke olan Tayvan’ın ABD desteği ile bu sonucu almasında şaşılacak bir şey yoktur. Japonya ise ikinci dünya savaşından sonraki anlaşmalar nedeniyle tüm askeri harcamalardan kurtulmuş ve batı ekonomilerine entegre olmuştur. Komşu ülkelerinin başarılarının nedeni ne olursa olsun, bu durumun Çin’i etkilemesi doğaldır. Diğer yandan, Çin kapitalist dünyaya, atlantik ülkelerine karşı çıkarak, devrim yaparak yeni bir düzen yaratmıştır. Devrim için en gerekli şey başarıdır. Komşu ülkelerin piyasa ekonomisi düzeni içinde büyük bir kalkınma hızına ulaşmaları Çin’de piyasa ekonomisinin yeniden, ancak Marksist-leninist dünya görüşünden temelde bir sapma olmadan uygulanması görüşünü öne çıkarmıştır. Diğer yandan kültür devrimi ile oluşan kargaşa ve çalkantı partiye güveni zedelemişti. Bu durumda partinin yeniden eski saygınlığını kazanabilmesi için çok daha büyük gelişme hızını yakalamak, refah artışı sağlamak için farklı ekonomik model uygulamalarını gündeme getirmek gerekiyordu.
3.1. Yönetimde Değişiklik
Mao’dan sonra piyasa ekonomisine geçişin nasıl olacağı konusunda partide açık net görüşler yoktu. Piyasa ekonomisine geçiş görüşünde olanları iki grupta toplamak gerekir. Bu gruplardan birinin başı Deng Xiaoping, diğerinin başı da Chen Yun idi. Her ikisi de devrim öncesi ve sonrasında Mao’nun çok yakın çalışma arkadaşları olmuşlardı. Mao’nun özel şirketlerin kamulaştırılması görüşüne karşı çıktıkları için gözden düşmüşlerdi. Mao öldükten sonra yaşları yetmişin üstünde olan bu ikisi partinin en kıdemli ve deneyimli üyesi olarak parti yönetiminde güçlenmişlerdi. Chen Yun devlet şirketlerinin iyileştirilerek ekonominin ana ögesi olması, devlet planlamasının esas alınması piyasaların ve özel sektörün destekleyici bir güç olması görüşündeydi. Deng Xiapaoing ise ağırlığın devlette değil, piyasada olması gerektiğini savunuyordu. Gittikçe etkinliğini yitiren Hua Goefeng Mao’nun çizgisinden ayrılmama görüşünde olan üçüncü bir gruptu. Bu üç grup görüşlerini, gazetelerde, dergilerde, hazırladıkları raporlarda konferanslarda parti toplantılarında dile getirerek kamuoyunu etkilemeye çalışıyorlardı. Çok kısa bir sürede Mao çizgisini savunan Hua Goefeng tartışma dışında kaldı ve silindi. Kalan iki görüşten Deng Xiaoping’in görüşü benimsendi. Ancak Deng Xiaoping bu görüşün lideri olmasına karşın yönetimde yer almadı. Partideki iki genç yetenek Hu Yaobang parti genel sekreterliğine, Zhao Ziyang da hükümet başkanlığına getirildi. Diğer yandan Chen Yun ve çevresi eskiden beri parti ve hükümette önemli görevleri yürütüyorlardı. Yaşanan tartışmada Deng Xiaoping’in görüşleri üstünlüğü sağlamıştı. Ancak Chen Yun ve çevresinin görüşleri de göz önünde tutulmak zorundaydı. Bu durumda piyasa yanlılarının uygulamaları Chen Yun görüşleri doğrultusunda sınırlandırılıyordu.
1980’li yıllardaki bu yönetim değişikliğinden sonra, bugüne kadar sırasıyla pek çok kişi yönetime gelmiştir. Ancak bu yönetim değişikliği ile çizilen politikalar doğrultusunda uygulamalara yön verilmiştir. Sonradan gelenlerde kalın çizgilerle belirlenecek farklı tutum söz konusu olmadığından, tüm yönetim değişikliklerine yer verilmemiş, uygulamalar anlatılmakla yetinilmiştir.
3.2. Yeni Yönetimin Tarım uygulamaları
Mao döneminde tarımda komünler oluşturulduğunu Komün nüfusunun 20.000 kişi olabildiğini bunların ortak üretim yaptıklarını ve ortak üretimi aralarında bölüştüklerini belirtmiştik. Komün yönetiminin örgütlenme ve çalışma ilkeleri aşağıda belirtilmiştir:
- Komün sisteminde esas, üretimin bireyler ya da ailelerce değil, gruplarca gerçekleştirilmesi, sonra grup üyeleri arasında bölüşülmesi idi.
- Komün uygulamasının daha ilk yıllarında 20.000 kişiyi kapsar büyüklükteki işletmeleri çalıştırmanın, yönetmenin ve ürün paylaşımının gerçekleştirilmesinin zorluğu görülmüş, komün içinde takım denen 150-200 kişilik gruplar oluşturulmuştu.
- Her takıma devletin mülkiyetinde olan belli bir toprak ve üretim araçları veriliyor (buna kiralanıyor da denebilir), ne üretecekleri belirtiliyordu.
- Elde edilen ürünün bir bölümü devlete vergi olarak veriliyordu. Bir bölümünün de devletin belirlediği bedeller üzerinden devlete satılması zorunluydu.
- Her komünün vergi ve zorunlu satış yoluyla vereceği ürün tutarı devlet tarafından önceden belirleniyordu.
- Ürünün bir bölümü de komünün okul ve eğitim, sağlık hizmetlerinin, komünün yönetim ve yatırım giderlerinin karşılanması için ayrılıyordu.
- Kalan ürün ve devlete satılan ürün geliri gübre ve yakıt gibi işletme giderleri düşüldükten sonra takım üyelerine genellikle çalıştıkları gün sayısına göre paylaştırılıyordu.
- Köylüler kendi paylarına düşen ürünü devlete zorunlu satış için belirlenen fiyattan daha yüksek fiyata satabiliyorlardı.
Bu ilkelere dayanan üretim ve paylaşım biçiminin yarattığı üretimi etkileyen iki sorun vardı:
- Devletin tarım ürünleri için belirlediği bedellerle üreticiye sağladığı gelirin azlığı idi. Bu özellikle kötü hava koşulları nedeniyle az ürün elde edilmesinde önemli bir sorun olarak ortaya çıkıyordu. Çünkü hava koşullarının üretimi nasıl etkileyeceğinin önceden bilinmesi olanaksız denecek kadar zordu.
- Gelirin çok sayıda kişi arasında bölüştürülmesiydi.
Bu iki sorun köylünün üretim için daha çok çaba göstermesini olumsuz etkiliyordu.
Yeni Yönetim bu iki sorunun yarattığı üretim engelini aşacak düzenleme yapmıştır. Şöyle ki;
Birinci sorunun çözümü kolay olmuştur. Bunun için tarımsal üretim alım bedellerini artırmak yeterli olmuştur.
İkinci çözüm daha temel düzenlemeler yapmayı gerektiriyordu. Bu konunun çözülebilmesi için grup çalışması ile üretmek ve gruba dağıtmak yerine bireysel olarak üretmek gerekiyordu. Bireysel üretime “Hane Halkı Sorumluluk Sistemi” denmişti. Bu sistemde, komün yönetimleri üst örgütçe kendilerine yüklenen devlete vergi ve zorunlu satış yoluyla aktarılacak tutar yükümlülüğünü üretim takımlarına değil, evlere, ailelere paylaştırıyorlardı. Buna karşılık ailelere toprak ve üretim aracı kullanma olanağı veriliyordu. Her hane üretim tutarından devlete verilecek vergi ve devlete zorunlu satılacak ayrıca komüne aktarılacak tutar düşüldükten sonra kalan üretimi istediği gibi kullanabiliyordu. Bu ikinci çözümde de toprak hukuken ortak mülkiyette kalıyordu. Ancak kullanım hakkının bu kadar geniş bir çerçeveye oturtulması tarımda fiilen toprağın sahiplenilmesi üretimin özelleştirilmesi sonucunu veriyordu.
Bu düzenleme sonucunda tarımda çok büyük üretim artışı oldu. Bu artış tahıl üretiminde %30’a, tahıl dışındaki pek çok ürün üretiminde %90’a ulaştı. Kırsal kesimin gelirindeki artış ise %100’e vardı. Bu ekonomik olarak büyük bir gelişme yaratmasının yanında parti içinde ve kamuoyunda piyasa yanlılarının durumunu güçlendirmişti.
3.3. Yeni Yönetimin Tarım Dışı Sektörlerde Uygulamaları
Tarımda sorunların çözülmesi ve üretimin artırılması kolay olmuştur. Ancak tarım dışı sektörde sorunlar çok daha karmaşıktır. Çözümü güç olduğundan daha uzun zaman almıştır. Ticaret, sanayi ve hizmet sektöründe özel girişimciliği gerçekleştirmek çok ayrı yöntemler uygulanmasını gerektiriyordu. Mao döneminde seyyar satıcılar bile özel girişimci daha doğrusu kapitalist sayılıp cezalandırılmıştı. Mao döneminden hemen sonra kişilerin ya da ailelerin mal ve hizmet üretmeleri, satmaları sağlandı. Bu işletmelerin ücretle 7 kişiye varan işçi çalıştırmalarına izin verildi. Bu sayısal kısıtlamaya uymayan, işçi sayısını yüzlerce kişiye çıkaran işletmeler de görmezden gelindi. Ancak ekonomide özel sektörün bu kadar kısıtlı bir yeri olması, karma ekonomi niteliğine uygun bir durum değildi.
3.3.1. Kamu İktisadi işletmelerinin Durumu
Ülkenin gereksinim duyduğu ürünler kamu iktisadi işletmelerince üretiliyor ve dağıtılıyordu. Kamu iktisadi işletmelerinde yaşanan sorunlar aşağıda özetlenmiştir:
- Kamu iktisadi işletmesinin üreteceği ürünü planlama kuruluşlarının belirlemesi doğaldı. Çünkü kurulması planlanırken zaten bu saptanmış oluyordu. Ancak, üretimin ne kadar olacağını, satış bedelini, kullanacağı ara malı ve ham maddeleri nasıl alacağını, alacağı ara malı ve ham maddenin alış bedelini de planlama kuruluşları belirliyordu.
- Planlama kuruluşları hangi ara malı ve ham maddenin hangi bedelle alınacağını saptamakla kalmıyor. Bu alımların devletin hangi işletmelerinden alınacağına, işletmenin ürettiği malların hangi devlet dağıtım şirketince dağıtılacağına da planlama kuruluşu belirliyordu.
- Kamu iktisadi işletmesinin finansal yönetimi; ödeme ve tahsilat işlemlerine de karışılıyor, bu işlemleri kendileri yapamıyor, bağlı oldukları üst örgütler yapıyordu.
- Bu işletmeler yarattıkları kazancı kullanamıyor, bağlı oldukları üst yönetime aktarılıyor, merkezin ekonomik politikaları ve planlarına göre kullanılıyordu. Kamu iktisadi işletmesini yönetenler kazancın kullanımı konusunda da yetkili değildiler.
- Kamu iktisadi işletmesi, üretime en büyük katkıyı sağlayacak çalışanları alamıyor, işten çıkaramıyor, bir üst ya da başka göreve getiremiyor, ücretlerini belirleyemiyordu. Tüm bu işlemler de bağlı olduğu üst kuruluşlarca yapılıyordu. Kentsel bölgede çalışma çağına gelenler bu işletmelere ya da devlet görevlerine atanıyor, genellikle atandıkları yerde ölene ya da emeklilik yaşına kadar çalışıyorlardı. Ancak kamu iktisadi işletmeleri kendilerinin işe almadığı bu kişilerin geçimini ve rahatlığına sağlamakla yükümlüydüler.
- Kamu iktisadi işletmeleri, çalışanlara lojman sağlamak, hastalıkları için hastane kurmak, eğitim için okullar örgütlemek zorundaydılar. Bu işletmelerin kuruldukları yerler genellikle duvarlarla çevriliydi. Buralarda her türlü alış veriş, berberlik gibi hizmetler de kamu iktisadi işletmesince sağlanıyordu.
- Bu işletmelerde üst düzeyde çalışanların atanmaları, becerilerinin değerlendirilmesi, daha üst bir düzeye çıkmaları Çin Komünist Partisinin yetkisindeydi.
- Bu işletmeleri yönetmede işletme yöneticilerinin yetkileri yoktu. İşletmenin yöneticileri planlama kuruluşlarınca belirlenen üretim amacına ulaşmakla yükümlüydüler. Yöneticilerin sorumluluklarını yerine getirebilmek için yetkileri yoktu. Çareyi devlet ve planlama kuruluşlarıyla iyi ilişkiler kurarak, üretim amacının oldukça düşük, işletmeye sağlanan kaynakların yüksek saptanması için çalışmakta buluyorlardı.
- Kamu iktisadi işletmelerini yönetenler, binlerce kişiye eğitim, sağlık gibi sosyal hizmet veriyor, toplumsal yaşamı düzenliyorlardı. Bu işlevleri nedeniyle politik yanları da vardı. Ancak bu sosyal düzenle ilgili kararlarda da yetkili değildiler. Bu konuda yetkili işletme içindeki parti komitesi ve parti sekreteriydi. İşletme yöneticisi bu komitenin ve sekreterin çizdiği sınırlar dışına çıkamazdı.
Yukarıda saydığımız gerçekler kentlerdeki kamu iktisadi işletmelerin verimli çalışmasını engelliyordu. Bu konuda kökten bir değişime gitmek bu sorunları giderici politikalara yönelmek marksist ideolojiden sapma olarak değerlendirilebiliyor, bu endişe tarım alanı dışındaki sektörlerde verimi artıracak önlemler alınmasını zorlaştırıyordu. Diğer yandan kentlerdeki, bu büyük çaplı kamu iktisadi işletmeleri yalnız ekonomik yapıyı ilgilendirmiyordu. Bu işletmeler kentsel yapının sosyal ve politik yapının da ayrılmaz bir parçası olmuştu. Dolayısıyla bu işletmeleri iyileştirme önlemleri başlangıçta çok sınırlı olmuştur. Kamu iktisadi işletmelerinin üretimini artırmak için, önce bu kuruluşların yöneticilerini maddi ve manevi olarak ödüllendirmek yoluna gidilmiştir. Atılan ikinci adım yöneticilerin yetkilerini artırmak olmuştur. İşletmelerdeki parti komitelerinin ve genel sekreterlerinin yetkileri kısıtlanmıştır. Daha önemli önlem olarak bu kuruluşlara yeni ürünler geliştirme, kısıtlı da olsa plan dışı üretim yapma yetkisi verilmiştir. Devletin dağıtım sistemi dışında doğrudan ürün satma olanakları da yaratılarak bu işletmelerdeki yöneticilerin daha geniş karar alabilmeleri sağlanmıştır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi kamı iktisadi işletmeleri yarattıkları kazancı kullanamıyor, olduğu gibi üst yönetime aktarıyorlardı. Bunda da değişiklik yapıldı. Kazancın tamamının üst yönetime aktarılmaması bir bölümünün kurumda kalması, böylece kuruluşun çalışanlara üretimi artırıcı primler verebilmesi sağlandı.
3.3.2. Kasaba Ve Köy İşletmeleri
Kentlerdeki kamu iktisadi işletmelerinde alınan yukarıda belirttiğimiz kısıtlı önlemler önemli sonuç vermemiş, verimde dişe dokunur artışlar sağlanamamıştır. Buna karşılık kırsal sanayi işletmelerinde verim büyük ölçüde artırılabilmiştir. Kırsal kesimde sanayi 1958 yılında başlatılan “büyük ileri adım” döneminde kurulmuştur. Çok şeyler umulan bu dönemde başarılı sonuçlar alınamamıştır. Kırsal kesim sanayi işletmeleri başarısız olmuştur. Başarısızlık nedeni ile “büyük ileri adım” dönemi kapanırken kırsal sanayi işletmeleri de kapatılmıştır. Kültür devrimi ile yeniden açılmış ve Mao döneminin sonlarında bu işletmelerin ülke GSYH’da payı %6 ya ulaşmıştır. Kültür devriminde bu işletmeler, demir-çelik, çimento, suni gübre, hidroelektrik enerji, tarımsal araç ve gereç üretmekle sınırlı “beş küçük sanayi” adı ile kurulmuştur. Kasaba ve köy sanayi işletmelerinin bir başka özelliği yalnız bulundukları yöreden ham madde sağlamak, o yörede satış yapmak zorunda olmalarıydı. Mao’dan sonraki dönemde (buna genellikle “reform dönemi” deniyor) bu iki kısıtlama da kaldırılmıştır. Kasaba ve köy işletmeleri tüketim malları gibi, başka üretimlere de yönelmişler ve faaliyet alanları tüm ülke olmuştur. Çin’deki plana dayalı ekonomi tüketim malı üretimine ağırlık vermemişti. Bu nedenle tüketim malı gereksinimini ekonomi tam karşılamıyordu. Diğer yandan planlı ekonomi kalkınmayı sağlamak için tüketimi kısmak, tasarrufu yani yatırımı artırmak zorundaydı. Bu nedenle tüketim malı fiyatları oldukça yüksek tutuluyordu. Bu köy kasaba işletmeleri düşük maliyetle üretim yapabiliyorlardı. Çünkü kentlerdeki kamu iktisadi işletmeleri gibi sosyal görevleri yoktu. Kırsal kesimde iş gücü ucuzdu. Tüketim mallarında fiyatlar çok yüksekti. Düşük maliyetle ürettikleri malları ülkenin her yerinde yüksek bedellerle pazarlayabiliyorlardı. Bu durum bu işletmelere çok büyük kazanç sağlıyordu. Yöredeki kişilerin ortak mülkiyetinde olan bu işletmelerin kazançları kırsal kesimdekilerinin gelirlerini artırıyordu. Kırsal kesimde yaşayanların reform döneminde tarımda yapılan düzenlemelerle tarım gelirleri de artmıştı. Bu ikili gelir artışı birbirini etkileyerek kalkınmayı hızlandırıyordu. Gelir artınca yöre insanı daha çok tüketiyor, ortak mülkiyete daha çok yatırım olanağı sağlayabiliyordu. Bu durum daha çok gelir elde etmesine neden oluyor, yeniden tüketim ve yatırım artıyordu.
Kırsal kesimin bu yükselme ivmesi nedeniyle 1978-1988 arasında bu kuruluşların üretimi yıllık yüzde 30 artmış ülke GSYH içindeki Payı %6 dan %26’ya yükselmiştir.
3.3.3. Kamu İktisadi İşletmelerinde Verimin Artırılması Ve Özelleştirme
Yukarıda da (3.3.1) anlatıldığı gibi kamu iktisadi işletmelerinde verimsizlik bazı düzenlemeler yapılmasına karşın giderilememişti. Çünkü köklü düzenleme yapılması gerekiyordu. Çin’de devrimin başlangıcından beri Mao önderliğinde Marksist-leninist anlayışın Çin’in gerçeklerine göre uygulanması gerektiği savunuluyordu. Ancak Çin Komünist Partisinde Marksist-leninist anlayışın önceliği de bir gerçekti. Gerek tarım sektöründeki gerek kasaba ve köy işletmelerindeki düzenlemeleri Marksist-leninist anlayışla bağdaştırmak zor değildi. Kentsel kesimdeki yüzbinlerce kamu iktisadi işletmesini sayısal ve işlevsel büyüklüğü nedeniyle bu işletmelerde sonuç alıcı düzenlemeleri marksist leninist anlayışla bağdaştırmak oldukça zordu.
Bu nedenle bu işletmelerde sonuç alıcı düzenlemeyi parti ve halk kamuoyunda tepki yaratmadan yapmak için bekletmek gerekiyordu. Tarım sektöründe ve kasaba köy işletmelerinde yapılan düzenlemelerden alınan çok iyi sonuçlar ÇKP merkez yönetimine kamu iktisadi işletmelerinde de köklü düzenleme yapma olanağını ve yürekliliğini verdi. Kamu iktisadi işletmelerinin verimli çalışmamasının temel nedeni bu işletmelerdeki yöneticilerde olması gereken yetkinin bunlarda olmayıp Partiye verilmiş olmasıydı. Bu kapsamlı büyük işletmelerinin, kapitalist düzendeki ülkelerdeki (gelişmiş piyasa ekonomileri)i örnekleri büyük şirketlerdi. Gelişmiş piyasa ekonomilerinde büyük şirketlerde yönetim ve karar yetkisi yöneticilerdeydi. Şirketlerde yöneticilerin durumu başarılı olup olmadıklarına göre değerlendiriliyordu. Şirketi yönetenler başarısızsa yetkileri kısıtlanmıyor, yöneticiler değiştiriliyor, aynı yetkilerle başka yöneticiler yönetime getiriliyordu. Bu saptama yapılacak düzenlemeyi de belirliyordu. Kamu iktisadi işletmeleri, gelişmiş serbest piyasa ekonomilerdeki şirketler göz önünde tutularak düzenlemeliydi. Bu anlayışın gereği olarak şunlar yapıldı:
- Bakanlıkların üretim birimleri olarak düzenlemiş, kamu iktisadi işletmelerinin, bu statüden çıkarılıp şirketleştirilebilmesi için yasal çerçeve çizilmeliydi. Bu nedenle 1995 yılında Şirketler Kanunu yürürlüğe girdi.
- Bu işletmelerin belirli büyüklüğün üstünde olanları anonim şirkete diğerleri limited şirkete dönüştürüldü.
- Anonim şirketlerde de bazı koşullar içerenlerin sermayelerinin bir bölümü borsalar aracılığı ile halka satılacaktı. Böylece bu şirketler için ek finansman olanağı da yaratılacaktı
Ancak bu düzenleme yeterli değildi. Devlet yüzbinlerce şirketin yönetiminin denetlenmesini sağlayamazdı. Bu düşünce ile “büyükleri yakalamak küçükleri bırakmak” olarak özetlenen bir yöntem uygulandı. Çin’in ekonomik ve teknolojik gelişmesini sağlayacak büyük şirketlerin devletin elinde olması, hafif sanayi ve hizmetler alanında çalışan milyonlarca küçük ve orta boy işletmenin özel sektör olarak çalışması planlandı.
Bu uygulama ile kamu iktisadi işletmelerinin önemli bir bölümü özelleştirildi. Devlet mülkiyetinde olan büyük işletmelerin sermayesine, payların çoğunluğu devlette olmak koşulu ile özel sektörün katılabilmesi sağlandı.
- Çin’de Finansal Yapı
Çin’deki finansal yapı, tüm ülkelerin finansal yapıları gibi, bankalar, sigorta şirketleri, emeklilik fonları, yatırım şirketleri, hisse senedi ve tahvil gibi sermaye piyasası araçlarını ve bunların alınıp satıldığı piyasayı (borsayı) içerir.
Çin’in bankaları dünya sıralamasında ön sırada olan bankalardır. Industrial and Comercial Bank Of China dünyanın en büyük bankasıdır. Çin Bankalarının yönettikleri varlık 25 trilyon dolara yakındır. ABD bankaları 15 trilyon dolar,, İngiltere bankaları 12 trilyon dolar, Fransa ve Almanya Bankaları ise 10 trilyon dolar varlık yönetmektedirler. Çin’deki bankaların sermaye yapısında özel girişim, yabancı sermaye bulunsa da yönetim için gerekli sermaye çoğunluğu devletin elindedir. Devlet banka sermayesindeki ağırlığı nedeniyle bankaları denetim altında tutabilmektedir. Denetim olanağı sadece sermaye yapısındaki üstünlüğünden de kaynaklanmamaktadır. Bankaların tepe yöneticilerini atama yetkisinin Çin Komünist Partisinin elinde olması da önemlidir. Finans sektörü dışındaki sektörlerdeki yönetimde özellikle 1978’lerde başlayan piyasa reformundan sonra Çin Komünist Partisinin etkinliği azaltılmıştı. Ancak finans sektörünün yönetimi bazen dolaylı bazen dolaysız Çin Komünist Partisinin elindedir.
- SONUÇ
Çin Marksist-leninist ideolojiyi Çin gerçeklerine göre yönlendirirken, Çin Komünist Partisinin denetiminde karma ekonomi modeline dayalı serbest piyasa ekonomisini de benimsemiştir. Bütün göstergeler Çin’in bu uygulamada başarılı sonuçlar aldığını kanıtlamaktadır. Ancak Marksist-leninist anlayış ile Çin Komünist Partisince uygulanan serbest piyasa ekonomisinin çelişmediği de söylenemez. Bu çelişki sürdürülebilecek mi? Sorusunun yanıtının bulunması da önemlidir. Diğer yandan gerek Türkiye Cumhuriyeti’nin 1980 yılına kadar uyguladığı, gerek SSCB’nin dağılmadan önceye kadar uyguladığı ekonomik model ancak kapalı ekonomi anlayışı ile sürdürülebilmiştir. Bu iki örnekte de ekonomik yapının işleyişini dış dinamikler değil, iç dinamikler sağlamıştır. Oysa Çin dünyanın en büyük ihracatçısı en büyük ikinci ithalatçısıdır. Bu ihracat ve ithalat verileri Çin’in ekonomik yapısının iç dinamiklere değil, dış dinamiklere bağlı olduğunu çağrıştırmaktadır. Ekonomideki bu kadar yoğun dış ticaret hacmi, diğer dış ticarete dayalı Atlantik ülkelerinde olduğu gibi bir Pazar bulma sıkıntısı, krizi yaratacak mıdır? Son yıllarda güncelleşen Avrasya kavramı bu sıkıntıdan mı kaynaklanmaktadır?
Bu sorular irdelenmek durumundadır.23.10.2019
Şefik Çakmak